Cocugun Zihinsel Gelisimi

3-4 Yaş Gelişim Özellikleri Çocuğun Zihinsel Gelişimi

Acıktığında, üşüdüğünde, uykusu geldiğinde ne yapacaklarını bilirler. Tek bir bakış açısından problemlere yaklaşabilirler. Bu yaştakiler, bazı zorluklarla karşılaştıklarında soruna tek bir açıdan yaklaşırlar. Farklı açılardan bakma henüz gelişmemiştir. Karar vermeden önce problemin farklı yönlerini görebilme becerisi, 7 yaşına kadar tam anlamıyla gelişemez. Hikayenin bazı bölümlerini hatırlarlar ve ifade ederler. Dikkat süreleri kısadır. Yaratıcı hayali oyunları daha fazla oynamaya başlarlar. Hayali oyun oynamak, çocukların insanlar, hayvanlar ve durumlar hakkında bildiklerini temsil etmede kullandıkları bir yöntemdir. Okul öncesi çocuklar hayal ürünü yaşantılardan hoşlanırlar. Kendilerini farklı rollerde hayal ederler- dansçı, doktor,süper kahramanlar... Farklı kimliklere bürünürler. Hayali arkadaşlarla konuşurlar. Farklı duygu ve davranışları keşfederler. Hayal ile gerçek arasında gidip gelirler. Bazen de ikisi arasındaki farkı ayırt etmekte zorlanırlar. Bu oyunlar çocukların yaşadıkları dünyayı anlamalarına yardımcı olur. Hayali oyunda bir başkasıymış gibi davranırlar; bir nesneyi başka bir nesne yerine kullanırlar veya bir nesneyi hareketler, sesler ve sözcükler kullanarak tanımlarlar Bazı renkleri doğru şekilde isimlendirebilirler. Çocuklar renkleri daha küçük yaşlarda da ayırt edebilirler ve renklerin isimlerini öğrenirler. 3 veya 4 yaşına kadar her gördükleri rengi doğru isimlendiremeyebilirler. Bazı rakamları söyleyebilirler. Okul öncesi çocuklar rakam kavramını anlarlar. Bazı rakamları bilirler. Nesneleri doğru şekilde saymayı öğrenirler. Çocuklar önce konuşmaya başlarlar, sayma ise daha sonra gelişir. Başlangıçta sayma çok doğru olmayabilir. Söylenen sayı ile gerçekte nesne sayıları örtüşmeyebilir. 3 ve 4 yaşta sözlü sayma daha doğru şekilde gelişir. Keskin bir zaman kavramına sahip olmaya başlarlar. 3 yaşında çocuklar zaman kavramını geliştirirler. Kendi günlük belirli zaman dilimlerinde yapılanları (rutinlerini) bilirler. Başkalarınınkini öğrenmeye çalışırlar. Özel günlerin, doğum günü, tatil gibi zamanların belirli aralıklarla gerçekleştiğini bilirler. Kaç yaşında olduklarını söyleseler bile, yılın uzunluğuna dair bilgileri yoktur.

Çocuğun Zihinsel Gelişimini Desteklemek İçin Siz Neler Yapabilirsiniz?

Problemlere farklı bakış açılarından yaklaşılabileceğini öğretmek için destek olun. Örneğin, yolda yürürken su birikintisinin önünden basmadan geçmesi için ne yapabileceği sorulabilir. Üzerinden iki ayağıyla atlayan çocuğa başka nasıl geçerdin diye sorularak düşünmesi sağlanabilir. Cevap vermezse suya basmadan etrafından yürünebileceği söylenebilir. Hatırlama becerisini geliştirmek için okuduğunuz hikaye ile ilgili sorular sorun. Daha önce okuduğunuz hikayelerinin bir bölümünü ona anlattırın. Hikayede geçen olaylar hakkında sohbet edin. Bazı önemli kelimeleri açıklayın.Yaratıcı, hayali oyunlarını teşvik edin. Gerekli ortamı hazırlayın ve oyununa katılın. "Yemek mi yapıyorsun? deneyebilir miyim?" gibi sorular sorun. Renk ve şekil gibi kavramları öğrenebilmesi için oyunlar oynayın. Örneğin, daire şeklinde ve çeşitli renklerde yapıştırmalar verin. Resim yapmasını isteyin. Sonra da bunlar hakkında sorular sorun. "Sarı daireyi gösterir misin? Hangisi sarı? " gibi. Sayı kavramını geliştirmek için oyunlar oynayın. Bazı ilgilendiği nesneleri sayın. (Peçete, oyuncak bebekler, kurabiyeler vb) Yemek yaparken ölçmeye ve saymaya yardım etmesini sağlayın. Oyuncak ve çeşitli nesneleri bir araya koyun. Benzerliklerini ve farklarını tartışın. Sayılardan, şekillerden konuşun. Zaman kavramını geliştirmek için zaman kavramlarını kullanarak sohbet edin. Örneğin, "karnın acıktı mı? Saatime bakıyorum saat 7. Şimdi akşam yemeği yiyeceğiz." gibi.

Çocuğun Dil Gelişimi

4- 5 kelimeden oluşan cümlelerle konuşurlar. Sürekli konuşarak, bu yeni beceri kullanımını iyileştirmeye ve pratik yapmaya çalışırlar. ("Sakın çoraplarını çıkarma dedi.", "Bu bebeğe su kaynatıyorum." gibi.) Gramer yapısına uygun, doğru sorular sorabilirler."Ne zaman, ne için?" gibi soru cümleleri üretirler. Türkçe' nin yapısına uygun olarak, eklerin üretken bir şekilde takıldığı, 4-5 sözcükten oluşan cümlelerle konuşurlar. Bu yaşta gramer olarak doğru cümle yapıları kullanmaya başlarlar. Örneğin, daha önce "Köpek nerede?" derken, şimdi "Köpek nereye gitti?" der. "Neden geri gelmiyor?" der. Daha önce kullanmadığı dil yapılarını, fiil çekimlerini kullanırlar. Daha bilinçli şekilde dili kullanırlar. "Yapabilir miyim?", "yiyorum", "yedim" gibi. 15-20 dk. süresince kısa bir hikayeyi/okunan bir kitabı dikkatle dinleyebilirler. Kısa hikayeler anlatabilirler. Kurgusu olan kısa hikayeler anlatırlar. İki eylemden oluşan komutları takip ederler.

Çocuğun Dil Gelişimini Desteklemek İçin Siz Neler Yapabilirsiniz?

Kelime hazinesini genişletmek için çocuğunuza okuyun; şarkı ve tekerlemeler söyleyin; yaptıklarınızla ve gideceğiniz yerle ilgili konuşun. Basit konulu kitaplar okuyun. Konusu ile ilgili sorular sorarak çocuğunuzun anlama becerilerini geliştirin. Hikayeyi tekrar anlatmasına veya kıyafetlerle/aksesuarlarla canlandırmasına yardımcı olun. Sizin en beğendiğiniz kısmı söyleyin, onun en beğendiği kısmın ne olduğunu sorun. Aile albümlerine, fotoğraflarına bakarak neler gördüğünü size anlatmasını isteyin. Daha önce dinlediği hikayenin resimlerine bakarak hikayeyi tekrar anlatmasını teşvik edin.Bir şeyi nasıl yaptığını size anlatmasını isteyin. Örneğin, legolardan kuleyi nasıl yaptığını anlatmasını isteyin. Doktorculuk oynarken bebeği nasıl muayene ettiğini anlatmasını isteyin. Verdiğiniz komutları yerine getirmesini sağlayın. Örneğin, "Odana git, oyuncak ayını getir" gibi.

Çocuğun Bedensel Gelişimi

Giysisinin önündeki fermuarı açabilirler. Çorap, pantolon ve tişörtlerin önünü ve arkasını bilirler. Kendi içeceklerini bardağa koyabilirler. Yarı dolu sürahiden suyu rahatlıkla boşaltabilirler. Söylendiğinde burunlarını temizlerler. Ev işlerinde bazı sorumluluklar alırlar. (Çöp boşaltma, masayı kurma, çamaşırları kirli sepetine yerleştirme gibi.) Yardımla dişlerini fırçalayabilirler. Önündeki küçük düğmeleri ilikleyebilirler. Palto ya da geniş hırka gibi giysileri kendileri giyebilirler. Kısa mesafeleri ayak uçlarında yürüyebilirler. İleri/ geri rahatlıkla hareket ederler: 3 yaşta okul öncesi çocukların büyük kas becerileri gelişmiştir. Yürümeyi öğrenirken, çoğu yürümeye başlayan çocuklar geri hareket etmekte güçlük çekerler. Bu dönemde çocuklar ileri ve geri rahatlıkla hareket ederler. Tek ayakları üzerinde zıplayabilirler, büyük bir topu iki elleri ile tutabilirler. Tek ayak üzerinde 5 sn. durabilirler: 3 yaşta okul öncesi çocuklar organize oyun ve sporlara yeterince katılabilmek için gerekli büyük kas becerileri gelişmiştir. 5 sn. nin üzerinde tek ayakla durabilirler, zıplayabilirler. Bu beceri yürüme ve koşma gibi rutin aktivitelere kıyasla daha fazla konsantrasyon-odaklanma gerektirir. Bazı büyük harfleri kopyalayabilirler. 2- 4 vücut parçasından oluşan insan resmi çizebilirler. Çocuklar keskin el ve parmak hareketleri yapabilmek için kas kontrol ve konsantrasyonunu geliştirirler. Çoğu kalemi işaret parmağı ile diğer parmakları arasında yetişkinler gibi tutar. 2 veya 4 vücut parçası olan insan resmi yaparlar. Çoğu sol ellerini mi yoksa sağ ellerini mi kullanmak istediklerine karar verirler. Çoğu bebek ilk yıllarda sol veya sağ el kullanımına yönelik bir tercih göstermez. Buna karşın çoğu, ikisini dönüşümlü olarak kullanır. Birkaç ay sol elini kullanır, sonra sağ elini kullanır. Daha sonra da her ikisini eşit kullanır. 2 yaşta bazıları keskin tercih geliştirir, çoğu birkaç yıl herikisini de kullanır. 4 yaşta değişmez bir el tercihinde bulunurlar. Genel olarak % 10-13 ü sol elini kullanır. Makas kullanmayı becerirler. Çocuklar keskin el ve parmak hareketleri yapabilmek için kas kontrolü ve konsantrasyonunu geliştirirler. Çoğu makası iyi şekilde kullanır.Çatal, kaşık kullanabilirler. Yetişkin kontrolünde tuvaletini kendisi yapabilir. Başının üzerinden topu fırlatabilirler. Çocuklar büyük kas becerilerini oyun ve spor faaliyetlerine katılabilmek için geliştirmişlerdir. Yürümek ve koşmak gibi rutin hareketlerden daha fazla odaklanma gerektirse de, çoğu başlarının üzerinden topu fırlatabilirler. İleriye doğru bir topu ayaklarıyla fırlatabilirler.

Çocuğun Bedensel Gelişimini Desteklemek İçin Siz Neler Yapabilirsiniz?

Basit ev işlerinde yardım isteyin. Peçete dağıtmak, masa toplama, çiçek sulama gibi gibi. Soyunmayı ve giyinmeyi öğretin. İleri geri yürümesi için oyunlar oynayın. Geri giderken arkasında çarpabileceği bir şey olmamasına dikkat edin. Önce yavaş yavaş gitmesini sağlayın, alıştıkça hızlanmasını isteyin. Bazı büyük harfleri kağıda çizin ve onun da sizinkinin aynısını yapmasını sağlayın. Makası kullanabileceği oyunlar oynayın. Gazete ve dergilerden çeşitli resimleri kesmesini isteyebilirsiniz. Örneğin, araba resimlerini, bebek resimlerini vb. Tuvalet eğitiminde sabırlı olun. Bir çok çocuk hazır olmayabilir. Özellikle de erkek çocuklar 3 yaşından sonra hazır olurlar. Çocuğu utandırmayın ve yargılamayın. Kendi kendine dişlerini fırçalamasını sağlayın. Beğendiği fırçayı ve macunu alın. Diş fırçalama alışkanlığını kazandırmak için örnek olun. Bu alışkanlığı kazandırmayı eğlenceli hale dönüştürün. Örneğin dişlere " Arkadaşların fırçalanmak istiyorlar. Ağzını açtığında onlara merhaba der misin?" diyebilirsiniz. Dişlerini fırçaladıktan sonra takdir edin. Birlikte top oyunları oynayın. Nasıl başın üzerinden fırlatabileceğini, yakalayabileceğini gösterin. Sonra onun da aynı şekilde yapmasını teşvik edin. Topu ayağıyla fırlatabileceği oyunlar oynayın. Karton kutulardan her iki köşeye kale yapabilirsiniz ve topu ayağıyla kaleye atmasını sağlayabilirsiniz. Bu sırada da konuşun. Örneğin, "topu yakala, hızlı vur, nerde top? Gol oldu mu gibi." Makas kullanabileceği faaliyetler yapın. Renkli elişi kağıtlarını istediği şekilde kesmesini ve resim kağıdına yapıştırmasını isteyin. Sonra ne yaptığıyla ilgili konuşabilirsiniz.

Çocuğun Sosyal-Duygusal Gelişimi

Çatışmaların çözümü için anlaşma/işbirliği yoluna giderler. Çocuklar başkalarının duygu ve davranışlarını anlamaya başladıkça, yarışmayı bırakıp arkadaşlarıyla oynarken işbirliği yapmayı öğrenirler. Bu dönemde başka çocukların onlara eşlik etmelerinden hoşlanırlar. Yan yana oynamak (paralel oyun) yerine (emekleme döneminde olduğu gibi) onlarla ilişkiye girerler. Bu değişim doğal olarak gerçekleşir. 3 yaştakiler oyun zamanının çoğunu, hayali oyunlarla geçirirler. Bu tür oyunlar işbirliği gerektirir. Sırayla oynamayı, paylaşmayı, birlikte yeni oyunlar oluşturmayı öğrendikçe önemli sosyal beceriler (dikkat etme, iletişim-hareketli ve sözel, başkalarına uygun tepkiler verme) geliştirmeye başlarlar. Hayali oyunlar farklı roller almayı gerektirdiğinden çok karmaşık sosyal fikirleri de keşfederler. Örneğin sosyal statü, güç, düşmanlık gibi. Paylaşma duygusunda artış gösterirler. Paylaşma duygusu emekleyen yaş grubu için yabancı bir kavram olsa da, okul öncesi gruptakiler başkalarının duygu ve hareketlerini anlamaya başlarlar. Çocuklar istedikleri oyuncakları çekerek veya çığlık atarak istemek yerine, paylaşmaya teşvik edildiklerinde ve diğerlerinin de eşit hakkı olduğu öğretildiğinde oyuncağı kibarca isteyebilirler. Oyunda anne baba rolü alırlar. Bu yıllarda çoğu çocuk kendi cinsiyetiyle özdeşleşir -erkekler babalarıyla, büyük kardeşleriyle, kızlar da anneleriyle ve diğer kızlara ilgilidir. Evcilik oynarken erkekler doğal olarak baba rolünü, kızlar da anne rolünü alırlar. Kendi ailelerinde veya çevrelerinde gördükleri farkları yansıtacaklardır. Araştırmalar cinsiyetle ilgili özelliklerin kültür veya aileden etkilendiğini göstermektedir. Çocuklar sosyal baskı ve beklentilerin farkındadırlar. Cinsel kimlikleri anasınıfına başladıklarında daha da gelişecektir. Bağımsız davranışlar gösterirler. Çocuklar zamanla bağımsız davranışlar gösterirler. Kendi seçimlerini yapmak isterler. Kendi kendine yetebildiklerini ve ne kadar becerikli olduklarını kanıtlamak isterler. Yürürken anne veya bakıcılarının önüne geçerler, kendi kıyafetlerini, yemeklerini seçmek isterler. Otoriteye karşı tepkili olabilirler. Kendini bir bütün olarak algılar (beden, kafa ve duygular). 3 yaşındakiler "Ben, sen, benim" gibi zamirleri öğrenirler. Kendi vücutlarının, sahip olduklarının, haklarının nerede bittiğini ve başkalarının haklarının nerede başladığını anlamada hala güçlük çekseler de, anne babalarının farklı ihtiyaçları ve duygularıyla farklı insanlar olduklarını anlamaya başlarlar. Hayal ile gerçeği ayırt etmede zorlanabilirler.

Çocuğun Sosyal-Duygusal Gelişimini Desteklemek İçin Siz Neler Yapabilirsiniz?

Bütün anne-babalar çocuklarının arkadaşlarıyla veya diğer kişilerle iyi geçinmesini isterler. Arkadaş edinmek ve sürdürmek için olumlu ilişkiler ve işbirliği yapmak gereklidir. Arkadaşlıklarda çatışmalar kaçınılmazdır. Bu çatışmaların doğru şekilde çözülmesi önemlidir. Anne-babalar da bu konuda yardımcı olabilirler. Çocukların duygularını ifade etmelerine, diğerlerinin düşüncelerini dinlemelerine, sorunu bulmalarına ve birlikte çözüm bulmalarına fırsat verilmelidir. Arkadaşlarıyla yaratıcı oyunları oynamalarını sağlayın. Evde evcilik köşesi hazırlayın. Siz de oyunlarına, sorularınızla katılın. "Ne pişiriyorsun bugün bebeğine", "bu araba nereye gidiyor" gibi.Çocuğun paylaşmayı öğrenmesine destek olun. Örneğin, herkesin kendi sahip oldukları eşyaları olduğunu öğretin. Örneğin, "O kitap arkadaşının bu kalem senin" gibi. Kullanmak istediğinde izin alması gerektiğini öğretin. Siz de onun eşyasını kullanırken izin isteyin. Paylaşma konusunda örnek olun. Örneğin, çocuğunuz kaleminizi istediğinde verin, yaptığınız davranışın ne olduğunu çocuğa fark ettirin. Paylaşmakta zorlandığını hissettiğinizde paylaşmanın zor olduğunu fark ettiğinizi gösterin. Örneğin, "Eminim en sevdiğin oyuncağı vermek çok zor senin için. Ama Efe yap bozunu vermediğin için çok üzülüyor." gibi. Ödünç verme ve ödünç almayı öğretin. Paylaşma davranışı gördüğünüzde takdir edin. Drama oyunları oynarken hem sizi nasıl örnek aldıklarını görmek için hem de cinsiyet rolleriyle ilgili neleri bildiklerini öğrenmek için gözlem yapın. Zaman zaman oyunlarına katılın. Kendi kendine yeten biri olmaları yönünde destekleyici olun. Daha önce zorlandıkları bir şeyi başardıklarında takdir edin. Takdiriniz davranışa yönelik ve zamanında olsun.

İslamda İstikamet

İslamda İstikamet

Muhterem Müslümanlar!

İslam Dini, insanin hayatına bir ışık gibi doğup ona yol göstermektedir. Bilgiye açılan kapıları gösterip, onlardan istifadeye yönlendirmektedir. Allah (c.c.), faydalanılacak kaynakların başında Kuran-I Kerimi zikretmektedir.: ``(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.``1

Kuranın nurundan feyz alarak hayatini şekillendiren Hz. Muhammed (s.a.v.) in de bizim için örnek olduğunu Kuran söyle ifade ediyor.: ``Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.``2 Kuran ve sünneti kendisine rehber edinmiş, ilim sahipleri insanların da bu örneklik halkasının bir parçası olduğunu Yüce Allah (c.c.) soyle ifade ediyor.: ``Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.``3

Aziz Cemaat!
Dünya hayatında birçoğumuz zaman zaman sıkıntılar yasayabiliriz. Önümüze gelen zorluklarla tek basimiza baş edemeyebiliriz. Fakat, Kuran ve sünnete tabi olup, onların engin marifetine kendimizi teslim ettiğimiz zaman karanlıkların aydınlığa dönüşeceğini görürüz. Cehalet çıkmazından, ilmin derin yol göstericiliğine kavuşabiliriz.

Kıymetli Müminler!
Hayatimizin amacını iyi belirlemeli ve o amaç doğrultusunda bir hayati kendimize rehber edinmeliyiz. Geçici dünya hayatinin aldatıcılığını bir kenara bırakıp ebedi hayatin güzelliğini idrak etmeye gayret göstermeliyiz. Bunları yaparken de kavuzumuzu iyi seçmeli bizi yanlış yollara sevk edecek her türlü tutum ve davranışlardan da uzak durmaya çalışmalıyız.

Nitekim, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) veda hutbesini irad ederken bizlere iki şeyi miras bıraktığını ve bunlara bağlılığımızı sürdürdüğümüz surece asla yanlış yola sapmayacağımızı ifade buyuruyor: ``Size iki şey bırakıyorum; onlara sıkıca sarıldığınız zaman asla yoldan sapmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünneti.``4
Rabbim istikametimizi dosdoğru eylesin inşallah…

İslamda Kanaat

İslamda Kanaat

Muhterem Müslümanlar!

Bir mü'min için en kâmil vasıflardan biri de kanaattir
Kanaat; insanın payına düşene razı olması, onunla yetinip, ihtiyaçlarını karşılayabileceği maddi imkânlara sahip olduktan sonra; başkalarının elindekilere göz dikmemesi ve aşırı kazanma hırsından kurtulmasıdır.

Dinimizde kanaatkârlığın önemi vurgulanırken, dünyaya ve mala karşı aşırı düşkünlük de şu ayeti kerime ile verilmiştir: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz?”1

Değerli Kardeşlerim!
Şüphesiz kanaatkâr olmak, az çalışmak ve tembellik anlamlarına gelmez. Kuran-ı Kerim’de: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.”2 “Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz.”3 Buyrulmak suretiyle, gerekli ölçülere uyan hiçbir kimsenin emeğinin, çalışmasının zayi edilmeyeceği dile getirilmiştir.

Peygamber Efendimiz(s.a.s.) de; kanaatkârlığı, tokgözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirmiş, kanaat eden kişiyi övgüyle anmış ve kanaatkârlığı şükrün en ileri derecesi saymıştır.

Aziz Cemaat!
Günümüzde hırsının esiri olan, varoluş gayesinin idrakinde olmadan, mal-mülk aşkıyla ömür tüketen insanların Efendimiz (s.a.v)’ in:“Kanaat tükenmeyen bir hazinedir”4“Gerçek zenginlik, mal çokluğu ile değil, gönül tokluğu iledir.”5 “Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.”6 Mesajlarından ve güzel dinimizden alacağı çok dersler vardır.

Muhterem Müslümanlar!
Her canlı gibi hepimizin ömrü sayılı günlerle sınırlıdır. O nedenle, Rabbimizin bizlere lütfettiği her nimete şükrederek, bu kısacık dünya hayatımızı O’nun rızasına uygun olarak geçirmeye gayret edelim. Sahip olduğumuz sayısız imkânı göz ardı etmeyelim. Servet ve şöhretin şımarttığı insanlardan değil; kanaat ve şükrü hazine olarak kabul eden insanlardan olalım.
Hutbemi sevgili Peygamberimiz(s.a.s.)’in şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Korkmayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırım...”

Komsuluk İliskileri

KOMŞULUK İLİŞKİLERİ

Değerli Müslümanlar! 

Aile bireylerinden sonra insanın en yakın çevresini komsuları olusturmaktadır. Aile içerisindeki mutluluğu ve hüznü çoğu zaman akrabalardan da önce komsu paylasmakta, yardıma ilk komsu kosmaktadır. Dolayısıyla komsuluk, toplum hayatımızda yeri ve önemi inkâr edilemeyen içtimai bir müessesedir. Bu sebepledir ki Yüce dinimiz islam, komsuluk iliskilerine büyük önem vermekte, komsuyla iyi geçinme hususunda tavsiyeler sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir seyi ortak kosmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komsuya, uzak komsuya, yanınızdaki arkadasa, yolda kalmısa, idare ve himayeniz altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”1 buyrulmaktadır. 

Sevgili Peygamberimiz Allah katında iyi komsu olmanın ölçüsünü hayırlı ve faydalı olmaya bağlamıstır.2 Komsusuna faydalı olan, onun için iyi seyler düsünen ve her fırsatta ona yardımcı olmaya çalısan, komsusuna zarar vermediği gibi onun uğrayacağı musibetleri elinden geldiği ölçüde uzaklastırmaya çalısan kimsedir. Resulullah (SAV) bir sahabeye “Çorba pisirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komsularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir sekilde sun”3 diyerek paylasmayı da tavsiye etmektedir.Efendimiz, bu sözleriyle çevredeki yoksul komsuların karnı açken ağız tadı aramanın uygun olmayacağını, mü’min bir kisinin ihtiyaç sahiplerini gözetip kollaması gerektiğini vurgulamaktadır. 

Muhterem Müslümanlar! 

Bizler Muhammedü’l-Emin’in ümmetiyiz. Uzak bir yerlere gideceğimiz zaman anahtarı komsuya bırakacak, evimizi emanet edecek kadar birbirimize güven duyan bir toplumuz. Ancak simdilerde, akrabalık bağlarının bile değerini yitirmeye yüz tuttuğu bir dönemde genis ailelerden çekirdek aileye dönen bir toplum hayatı yasarken, pek çok mesguliyet içinde komsuluk iliskilerine de riayet edemez olduk. Birbirimizi tanıyamadığımızdan birbirimize güvenemez, güven veremez olduk. Oysa ki Peygamberimiz (SAV), serrinden komsusu emin olmayan kimsenin imanında hayır bulunmadığını üç defa tekrarladığı yeminle belirtiyor.4 Bu bağlamda komsuluk iliskilerinin gerek manevi hayatımıza gerek dünyevi yasamımıza olan etkisini dikkate alarak davranıslarımıza hassasiyet kazandırmalıyız. 

Değerli Kardeslerim! 

Hutbemi Hz. Peygamber’in, komsunun komsu üzerindeki haklarının bir kısmını beyan ettiği hadisi serifiyle bitirmek istiyorum. “Komsunun komsu üzerindeki hakları, borç isterse vermek, yardım dileyince yardım etmek, hastalanınca ziyaret etmek, muhtaç olunca ihtiyacını görmek, fakirlesince yardım etmek, bir hayra kavusunca tebrik etmek, musibete uğrayınca taziyede bulunmak, ölünce cenazesine katılmak, izni olmadıkça binayı onun binasından yüksek yapıp rüzgârına mani olmamak, çorbadan az da olsa ona da göndermek suretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemektir.”5 Rabbimiz, bu hakları gözeten bir toplum olmamızı nasip etsin.

Veda Hutbesinden Alinacak Mesajlar

VEDA HUTBESİNDEN ALINACAK MESAJLAR

Değerli müminler! 

Peygamberimiz (a s ), bu fani dünyaya veda etmeden kısa bir süre önce, 632 yılında Arafat meydanında yüz bini askın Sahâbe’ye hitaben yaptığı, Veda Hutbesi denilen tarihî konusmasıyla bu dinin kemale erdiğini ilan etmisti.Tarihe “Veda Hutbesi” adıyla geçen bu tavsiyeler, "İnsan Hakları Bildirisi"nden asırlar önce, insanlığa; insan hakları, esitlik, özgürlük gibi konularda bir manifesto niteliğindedir.

Rasulullah a.s“Ey insanlar!.. Bugünleriniz nasıl kutsal bir gün ise; bu aylarınız, bu kentiniz nasıl mübarek ve kutsal ise; canlarınız, mallarınız, namus ve onurlarınız da öylece değerlidir ve her türlü tecavüze karsı dokunulmazdır”1 demek suretiyle insan hakları konusunda beseri hiçbir kanunun ve metodun ulasamayacağı kalıcı ilkeler ortaya koymustur. Đnsanlık tarihinin temel sorunlarından olan ve ancak değeri günümüzde anlasılabilen kadın haklarının korunması ve gözetilmesi konusunda da Peygamber Efendimiz bize su tavsiyeleri yapmaktadır: Ey insanlar!.. Sizlere kadınların haklarını gözetmenizi, bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız var, kadınların da sizin üzerinizde hakları var… Kadınlara en iyi sekilde davranmanız gerekmektedir. Rasulullah bu hutbesinde sirkten, insanlığı kırıp geçiren, bağlarını yıkan, hayır kaynağıyla iliskisini koparan; hevaların kusattığı ve sehvetin esir aldığı derin çukurlara yüzüstü atan bu kötü sonuçlar doğuran hastalıktan bizleri su ifadelerle sakındırmıstır. “Dikkat ediniz…Su dört seyden kesinlikle uzak durunuz: Allah’a hiçbir seyi ortak kosmayınız, haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayınız, zina etmeyiniz, hırsızlık yapmayınız.” 

Muhterem müminler! 

Aziz peygamberin bu hutbeyi 14 asır evvel irad ettiğini unutmayalım. O zamanlar, dünyada en medeni olarak bilinen ülkelerde bile, eğlence olsun diye insanlar, birbirine veya vahsi hayvanlara öldürtülüyordu. Dünyanın her yerinde, Allahın emaneti olan kadınlar ve ekonomik, sosyal olarak “alttakiler”, insan sayılmıyor, hayvan ve esya muamelesi görüyordu. Đste böyle bir dünyada; bütün kötülüklerin fenalıkların ve azgınlıkların yasandığı bir ortamda Mekke’de bir ses yükseliyordu: “Ey insanlar! Rabbiniz bir, atanız birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Beyaz ırkın siyaha, siyah ırkın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır.”1 Dünyada, bu çağrının yankı bulduğu toplumlarda, ülkelerde; bütün islâm beldelerinde farklı ırkların ve dinlerin mensupları aramıza fitne tohumları ekilinceye kadar bir arada barıs içinde yasadılar. 

Değerli kardeslerim! İnsanlık herkesi kusatıcı bir ahlak sistemi arıyor. İnsan da dâhil olmak üzere canlı cansız bütün varlığa saygı ve sevgi gösterilmesini ve onların korunmasını sağlayan bir ahlâk… Tarih bize gösteriyor ki, bunu ancak âlemlere rahmet olan o yüce Peygamber’in yukarıda özetini sunduğumuz çağrısına uyanlar basarabilir. 

Hutbemi basta okuduğum ayeti kerimenin mealiyle bitirmek istiyorum. “Ey insanlar, süphe yok ki biz sizi bir erkekle bir disiden yarattık ve sizi, asîretler ve kabîleler haline getirdik tanısın diye; süphe yok ki Allah katında sevâbı en çok ve derecesi en yüce olanınız, Allah’tan en fazla çekineninizdir; süphe yok ki Allah, her seyi bilir, her seyden haberdardır.”2

Rahmet Elcisinin Dogumu

Rahmet Elçisinin Doğumu

Muhterem Müslümanlar!

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v); Miladi 20 Nisan 571 yılında, Rebiyülevvel ayının 12. günü Pazartesi gecesi Mekke-i Mükerreme’de dünyaya gelmistir.

Onun doğumu, biz insanlar için bir nimet ve bir kurtulus vesilesidir. Peygamberimiz henüz dünyaya gelmeden önce, insanlar değer ölçülerini yitirmis, yollarını sasırmıs, küfür ve sirk, gönülleri karartmıs, haksızlık hayatın bütün alanlarını kusatmıstı.

Sosyal hayat bozulmus, ahlâkî değerler yozlasmıstı. Komsuluk hukuku ihlâl ediliyor,kadınlara insanî muamele yapılmıyor, kadın adeta bir esya olarak görülüyor, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, zalimler mazlumları eziyor,emeğin hakkı verilmiyordu.İnsanlar yırtıcı hayvanlardan daha vahsi bir hayat sürüyor, güçlü ve zengin insanlar faiz illeti ile insanların ocaklarını söndürüp, yuvalarını yıkıyordu.

İste Sevgili Peygamberimiz, karanlığın böylesine yoğun olduğu bir dönemde dünyayı sereflendiriyordu. Daha Peygamberlikle sereflenmeden “emin” (güvenilen, güven veren) namı ile anılır olmus, genç yasına rağmen Mekke’nin büyük sorunlarında adil bir hakem olma vasfına erismisti.

Peygamberlik vazifesi ile birlikte kararan gönülleri aydınlatıyor; insanlığı yalnızca Allah'a kulluk etmeye, adil olmaya, faiz yememeye, haksızlık yapmamaya, kul hakkı yememeye çağırıyordu.Bu çağrıya kulak verenlere, sözün doğrusunu söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalık bağlarını korumayı, komsularla iyi geçinmeyi ve kan dökmekten sakınmayı öğütlüyordu.Zina yapmaktan, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, haksız kazanç sağlamaktan, namuslu insanlara iftira etmekten uzak durmayı emrediyor;insanları namaz kılmaya, oruç tutmaya, zekât vermeye, iyilik yapmaya, bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyordu.Kur’an-ı Kerim, Efendimizi tarif ederken “Onda sizin için güzel bir örnek vardır”1 diyor. Onun için bizler de Sevgili Peygamberimiz gibi; ailemiz,çocuklarımız, komsularımız, akrabalarımız, kısaca tüm insan ve canlılar için iyilik vesilesi olalım.Elimizle, dilimizle, is ve icraatlarımızla çevremize faydalı olup, güven, huzur ve mutluluk kaynağı olalım.

Sonuç olarak, bize düsen ona layık bir ümmet olmak, onun izinden yürümek, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Konusma Adabi Kufurlu Sozlerden Sakinmak

KONUSMA ADABI VE KÜFÜRLÜ SÖZLERDEN SAKINMAK

Muhterem Müslümanlar!

Bizi en güzel biçimde yaratan Rabbimiz bize derdimizi, düsüncelerimizi anlatabileceğimiz,birbirimizle anlasıp kaynasabileceğimiz dili yani konusma kabiliyetini vermistir. Onu, iyilikte kullanmak ve kötü sözden korumak dinimizin emirlerindendir. Dilimizi yerinde ve gerekli olan ölçü içerisinde kullanabilmek insanın değerini yüceltir, Allah’ın rızasına ulastırır.

Aziz Mü’minler!

Aramızdaki sevginin artması, muhabbet ortamının olusması için konusmalarımızda tatlı dilli ve güler yüzlü olmamız önemli bir muaseret kuralıdır.
“Kullarıma söyle: (İnsanlara karsı) en güzel sözü söylesinler.”1 buyuran Allah Teala,kalplerdeki nefreti giderici ve katılıkları yumusatıcı olması bakımından, tatlı ve güzel konusmayı tavsiye etmistir. Hz. Peygamber(s.a.v) de : “Güzel söz söylemekle cehennemden korununuz.”2 buyurmustur. İnsanların yanında dilimizi muhafaza edip kötü söz söylememek,onlara karsı en güzel saygı ve terbiye örneğidir.
Müslümanların, bu terbiyeyi örnek edinerek,toplum içerisinde edebe aykırı ve kötü sözlerden,küfürlü kelimelerden uzak durması gerekir. Süslü sözlerle, malayani kabilinden konusmak,baskalarını güldüreceğim diye Allah ve Resulü’nün hos karsılamayacağı, dinen ve edeben müsait olmayan sözler sarf etmek gerçek Müslüman’ın yapacağı seyler değildir. Bize
yakısan, Rasulullah (s.a.v)’in de buyurduğu gibi;
“Ya hayırlı bir söz söylemek veya susmaktır.”3 Çirkin ve küfürlü sözler söylemek Allah’a, Peygambere, dine, imana kısacası tüm mukaddes değerlere sövmek kisiyi imandan mahrum kılar,islam dairesinden çıkarır. Anne ve babamıza da kötü söz söylemekten ve sövmekten, hatta buna sebep olmaktan sakınmak gerekir. Peygamberimiz (s.a.v) bir gün : “Bir adamın ana ve babasına sövmesi büyük günahlardandır.” buyurmustu.Ashap : “Ey Allah’ın Resulü, bir adam anne ve babasına sövebilir mi?” dediler. Efendimiz (s.a.v):“Evet, o, bir adamın babasına söver de, o da onun babasına söver, anasına söverde, o da onun anasına söver.”4 buyurmuslardır.

Muhterem Müslümanlar!

“İnsanlara güzel söz söyleyin”5 buyuran Rabbimizin emri gereğince, iyice düsünmeli güzel söz söylemeli konustuğumuz seyin dünyamız veya ahiretimiz açısından faydalı olup olmadığına dikkat etmeliyiz. Dilimizi gıybetten, dedikodudan,iftiradan, yalandan, yalan sahitlikten, kötü ve küfürlü sözlerden korumalıyız. Konustuğumuz her sözden ve attığımız her adımdan sorumlu olduğumuz bilinci içerisinde bu ömrümüzü sürdürmeliyiz.

Ne mutlu sözlerin en güzeli Allah kelamı Kur’an’a uyana! Ne mutlu yolların en güzeli Hz.Muhammed(s.a.v)’in nurlu ve aydınlık yolundan gidene!

Nimetlere Sukur

NİMETLERE ŞÜKÜR

Değerli Kardeşlerim!Okuduğum ayet-i celilede Yüce Rabbim şöyle buyuruyor: “Yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız, Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyiniz, O’nun nimetine şükrediniz ”(1)

Okuduğum hadis-i Şerifte de Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır. "Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır;O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır
olur. " (2)

Nimet ve şükür bize ne anlam ifade etmektedir? Nimet; iyilik, ihsan, lütuf, yiyecek ve içecek herşeydir. Şükür ise; Allah’a duyulan minneti (gönül borcunu) dile getirmektir.

Şükür; verilen nimetleri yerli yerinde kullanmak, isyan etmemektir. Nimetleri kullanırken, nimeti vereni unutmamak, görülen iyiliğe karşı teşekkür etmektir. Şükür, nimetlerin devamına ve artmasına sebeptir.
Değerli Mü’minler!

Nimetin kıymetini bilmeyip, nankörlük etmek, onun elden çıkmasına sebeptir. Üç şekilde yüce mevlaya şükredilir:
1-Kalp ile (Nimeti vereni tanımak ve O’na iman
edip) tasdik etmek.
2-Dil ile (Nimet vereni anmak, O’na) şükretmek
3-Fiil ile (Allah’ın emir ve yasaklarına uygun
hareket etmek)


Aziz Kardeşlerim!

Bütün nimetleri veren Allah’tır. O’ndan gelen her şey muhteremdir. Biz mü’minler,imanımız ve ahlakımızdan dolayı nimetlere saygılıyız. Onların değerlerini anlayarak şükrederiz.Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Şükreder ve inanırsanız, Allah size niçin azap etsin? Allah şükrün karşılığını verir ve bilir.”(3)
Nimetlere hürmet etmek ve saygı göstermek te bir şükürdür. Verilen nimetler ya açlığımızı gideriyor ya susuzluğumuzu dindiriyor.Yaşamımızı devam ettirebilmek nimetler sayesindedir. Bunun için nimetlerin değerini bilmeli, az olsun çok olsun, verilen nimetleri küçümsememeli, onları verenin yaratan Allah olduğunu bilip, bu anlayışla şükretmeliyiz.

Muhterem Mü’munler!
“Cennet ehlinin ve Salih kulların şükrü Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ve şükür olsun” cümlesidir.
Hutbemi bir ayet meali ile bitirmek istiyorum.”Kim güzel bir amel işlerse onun güzelliğini artırırız. Doğrusu Allah bağışlayandır,şükrün karşılığını verendir.”

Kufur Sozler

KÜFÜR SÖZLER

Küfür lûgatta, örtmek ve nimeti inkâr etmek mânâlarına gelir. Dinî anlamda ise, imân edilmesi gereken seylere imân etmemek ve İslâm'ın imân esaslarına inanmamaktır.

Üç çesittir:
1- Cehl-i Küfür: Bir kimsenin, Allah'ın (CC) varlığını ve sıfatlarını cahilliği sebebiyle bilmemesidir.
2- İnadi ve İnkârî Küfür: Kisinin Allah'ın varlığına, inat ve inkârından dolayı imân etmemesidir.
3- Hükmî Küfür: Allahü teâlâ'nın ve Resûlullah'ın tekzîb alâmeti olarak bildirdikleri isleri yapmak veya sözleri söylemek,şer'ân imân edilmesi gereken seylerle alay etmek suretiyle İslâm dairesinden çıkmaktır.

İnsan, bilmeden söylediği bir söz veya yaptığı bir hareketten dolayı dinden çıkar, bunun farkına da varmaz. Halk arasında küfür sözleri yaygın olduğundan, bunu olağan bir sey zanneder; kendisini küfre götürdüğünü bilmez, mü'min olduğu zannıyla kurtulus çarelerini de arastırmaz. Bu derece tehlike arzeden bir konuda titiz ve bilgili olmak, her müslümanın vazifesidir.

İnsanı küfre götüren hâller ve sözler:

• Allahü teâlâ'yı (CC), Zât'ına uygun olmayan bir sekilde vasıflandırmak. "Allah bize zulmediyor", "Allah beni mi görüp duyacak?", "Beni burada Allah bile göremez" ,"Bu ise Allah'ın gücü yetmez" vs. gibi...

• Allah'ın isimleriyle, emirleriyle alay etmek. "Ben Allah, mallah tanımam", "Namaz da neymis sanki" gibi...

• Allah'ın Cennet'le mükâfatlandıracağı, Cehennem'le azâb edeceği va'd ve vaîdlerini) inkâr etmek.

• "Allah'ın ortağı vardır", "Allah'ın esi, oğlu, kızı vardır" demek.

• Allah'a cahillik nisbet etmek.

• "Allah'ın eli uzundur" diyerek, Allah'ın bizim elimiz gibi eli olduğunu kasd etmek. Bununla Allah'ın kudreti

kasdediliyorsa, küfür olmaz.

• Gaybı bildiğini iddia etmek.

• Birisi için "O’nun hakkından Allah bile gelemez, ben nasıl geleyim?" demek.

• "Allah'ım, bana rahmetini vermek hususunda cimrilik etme!" demek.

• Herhangi bir sey için, "Allah'ın isi kalmamıs da, bunlarla mı uğrasıyor?" demek.

• "Allah falan kuluna bu kadar zenginlik veriyor da, bana niçin vermiyor; böyle adalet olur mu?" demek.

• "Ben sevap ve azâbtan uzağım" demek.

• Ölen kimsenin ruhunun, baska birine geçtiğine inanamak (Tenasüh nazariyesi)

• Allah'ın ruhunun, birisinin içine girdiğine (hulul) inanmak.

• "Ben Allah'ı uyanıkken gördüm", "Ben Allah'tan vahiy alıyorum" demek.

• Kur'ân-ı Kerim'den - tek bir âyet de olsa - inkâr etmek veya alay etmek.

• Kur'ân'ı kirli ve pis yerlere koymak, tahkir için yere atmak veya ayak altına almak.

• Kur'ân'a kendiliğinden ilâveler yapmak, eksiltmek veya bazı âyetleri değistirmek.

• Kur'ân'ı müzik âletleri esliğinde okumak.

• Peygamberlerin bir kısmını veya nebîliği sabit olan bir peygamberi inkâr etmek.

• Hz. Peygamberin (SAV) son peygamber olduğuna inanmamak.

• Peygamberlik iddiasında bulunmak.

• Peygamber’in (SAV) sünnet veya hadîslerini hafife alıp, alay etmek.

• Peygamberlere sihirbazlık vs. isnâd etmek.

• Peygamber’e (SAV) sövmek. (Bunu yapan kimse mürteddir, tevbesi kabul olmaz.)

• Kıyâmet'i, öldükten sonra dirilmeyi, kabir azabını, cennet ve cehennem'i inkâr etmek.

• "Sensiz cennet'i istemem", "falan kimseyle cennet'e bile girmem", "Allah bu isten dolayı bana cenneti verse, istemem"

demek.

• Hiristiyan ve yahudilerin azâb göreceklerini kabul etmemek.

• Zikirle alay etmek.

• Haram olan bir ise, meselâ sarap içmeye "Bismillah" diyerek Allah'ın adıyla baslamak.

• Namazın farz olduğunu inkâr etmek.

• Bilerek veya alay konusu olsun diye, Kabe'den baska bir yöne doğru namaza durmak.

• Abdestsiz-olduğunu bilerek namaz kılmak.

• Ezanla alay etmek, hakaret etmek.

• Din âlimlerini hafife almak, sövmek, kıyafetleriyle alay etmek.

• "Ben serîat tanımıyorum", "Benim seriatla isim yok", "serîat ve benzeri seyler beni tatmin etmez, nazarımda hükmü

yoktur" demek.

• Dinî ilimleri hafife almak. "Bu bilgiler neye yarar, kime fayda vermistir?" vs. gibi sözler söylemek.

• Kâfirlerin, Đslâm'a uymayan dinî görüs ve hareketlerini beğenmek. Onların kutsal törenlerine katılmak, onlara

benzemeye çalısmak.

• Bir insanın zâtı ve rızası için kurban kesmek. (Bu sekilde kesilen kurbanın eti de haramdır. Misafire ikram niyetiyle

kurban kesmek sünnettir.)

• İbâdet maksadıyla insana secde etmek. (Secdeye müsaade eden de küfre girer. Bu secde, selâm maksadıyla olursa

haramdır.)

• Alay ve saka maksadıyla, küfre götürecek sözler söylemek.

• Saka da olsa, küfre götürecek sözleri, baskasına telkîn etmek.

• Haramı helâl, helâli haram kabul etmek. (Bu hüküm, haram veya helal olusu kesin olan veya kesin delillere dayanan

seyler içindir.) Kesin haram olan sevleri hafife almak.

• Yemeğe sövmek.

• Günahlarından ötürü "Ahirette hesaba çekileceksin" diye kendisini ikâz eden kimseye, "Oraya gidip gelen var mı, kim

haber veriyor?" demek.

• Ölen kimse için "Allahü teâlâ, vakitsiz canını aldı" demek.

Bir Tekelluf Degil Nimet Olarak Namaz

BİR TEKELLÜF DEĞİL, NİMET OLARAK NAMAZ

Kardeşlerim!

Okuduğum âyet-i kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”1

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Bir Müslüman, farz bir namaz için abdest alıp bütün erkânına riayet ederek namaz kılarsa, o namaz, büyük günah işlemedikçe, önceki günahlarına keffaret olur.”2

Kardeşlerim!

Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara şöyle bir soru sorar: “Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa, günde beş defa o nehirde yıkansa vücudunda kir namına bir şey kalır mı?”

Sahabe, “Kalmaz Ey Allah’ın Resûlü” diye cevap verir. Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s), “İşte beş vakit namazın misâli budur. Kılınan bu namazlarla Allah günahları yok eder.”3 buyurur.

Kıymetli Müminler!

Namaz, Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in iki gözünün nuruydu.4 Namaz, onun için vazgeçilmez bir ibadet, terk edilemez bir kulluk ölçütüydü. Rahmet Elçisi’nin nazarında bu derece önemli olan namaz, bizi Allah’a kul olmaya davet eden ibadetlerin sultanıdır. Namaz, huzura duruş ve huzura kabuldür. Namaz, bize Rabbimizi, bize kendimizi hatırlatır. Namaz, bize sorumluluğumuzu, sınırlarımızı, müstakim oluşu, tevazuyu öğretir.

Kıblesi ile namaz, bir olan Allah’a yöneliştir. Kâbe eksenli bu yönelişle aynı zamanda müminlerin gönlünde manevi bir bağ ve birliktelik hâsıl olur.

Namaz, tekbiriyle rıza-ı Bari’den başka her şeyi terk ediştir. Dilimiz “Allahu ekber” derken, ellerimizle adeta dünyayı arkamıza alıp manevi yolculuğa başlarız.

Namaz, kıyâmıyla bir diriliş, Allah’ın huzurunda duruştur; saf tuttukça safâ bulur her gönül, esrâr-ı zikrullâh ile. Kıraatiyle namaz, O’na en içten senâ ve yakarıştır; her günahtan paklanır insan, ezkâr-ı zikrullâh ile.

Namaz, rükûsuyla yalnız Allah’a teslim oluştur; secdesiyle, kulluğun zirvesine varıştır. Kibir kulelerimizden inip yerle buluştuğumuz an mirâciyemizdir. Başımız secdeye her vardığında bütün bencilliklerimizi bertaraf eder; Rabbimize en yakın olmanın hazzına ereriz. 5

Kardeşlerim!

Namaz, dünyanın türlü hengâmeleri içerisinde kaybolmaya yüz tutan benliğimizi, gönlümüzü yeniden ihya ve inşa etmektir. Çoğu zaman kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan ruhumuzun yoldaşıdır namaz.

Cennetin anahtarı olan namaz, şu fâni dünyanın ebediyete uzanan kârıdır. Namaz bir nurdur, yolunu aydınlatır müminin. Günaha kalkandır, doğru yolda rehberidir kendisini kılanın.

Hikmetleri ile insanı kötülük ve hayâsızlıktan alıkoyan en büyük ibadettir namaz. Rabbimizi anmanın adıdır; O’na vuslat köprüsü, bir gönül burağıdır namaz.

Kardeşlerim!

Namazlarımız, bizim miracımız, bizim gönül burağımız olabiliyor mu? Kıyamette ilk hesaba çekileceğimiz konu olan namaza,6 yüzümüzü ağartacak özeni gösterebiliyor muyuz? “Allahu ekber” nidaları yankılanırken, davetin Allah’tan geldiği bilinciyle kıyama durabiliyor muyuz? Miraçtaymış gibi huşû içerisinde secdelere varabiliyor muyuz? Namazı bir külfet değil, nimet olarak görebiliyor muyuz?

Hutbemi İbrahim Efendimizin Kur’an’da yankılanan şu duası ile bitirmek istiyorum:

“Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları bağışla.”7

İki Sarabin Farki

İki Şarabın Farkı

Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu. Dükkanda dükkan bekçiliği yapar; bütün alış veriş edenlere hoş nükteler söyler, latifeler ederdi. İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı. Efendisi bir gün evine gitmişti. Dudu, dükkanı gözetliyordu. Ansızın fare tutmak için bir kedi, dükkana sıçradı. Duducağız can korkusundan, dükkanın baş köşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü. Sahibi evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkana geçti oturdu. Bir de baktı ki dükkan yağ içinde, elbisesi yağa bulanmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu. Dudu birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten ah etmeye başladı. Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi. O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum? Kuşu yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi. Üç gün üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkanda otururken, ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken, Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu. Dudu hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı: "Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün? " Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı. Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şir, (süt manasına gelen) şire benzer. Bütün alem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agah oldu. Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velileri de kendileri gibi sandılar. Dediler ki: "İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da. "Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler. Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hasıl oldu, ondan bal. Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk. Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör! Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kamilen Tanrı nuru olur. Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı'nın nuru husule gelir. Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar! Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar. (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucize ile mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır. Musa ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asası gibi asa aldılar. Bu asa ile o asa arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var. Bu işin ardında Tanrı laneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var. Kafirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.

İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur. O, "Bende onun gibi yaptım" sanır. O inatçı mahluk aradaki farkı nereden bilecek? Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç! O münafık, muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil. Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekatta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler. Müminler için nihayet kazanç vardır, münafıka da ahirette mat olma. İkisi de bir oyun başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv'li öbürü Rey'li! Her biri kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür. Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir. Onun adı zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır. Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir. Ona münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar. Bu ad, cehennemden ayrılmış ve kopmuş değilse niçin cehennem tadı var? O kötü adın çirkinliği harften değildir. O deniz suyunun acılığı kaptan değildir. Harf kaptır ondaki mana su gibidir. Mana denizi de "Ümm-ül-Kitap" yanında bulunan, kendisinde olan zattır. Dünya da acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine taşmaz karışmazlar. Fakat şu var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de geç, ta... onun aslına kadar yürü. Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahmini olarak bilemezsin. Tanrı kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırdedebilir. Diri bir kişinin ağzına bir sıçrayıp girse o adam, onu dışarı çıkarıp attığı zaman rahatlar. Binlerce lokma arasında ağzına ufacık bir çöp girdi mi, diri kişinin hissi onu duyar sezer. Dünya hissi, bu cihanın merdivenidir, din hisside göklerin merdiveni. Bu hissin sağlığını hekimden isteyiniz, o hissin sağlığını Habib'den (Hz. Muhammed'den). Bu hissin sağlığı, vücut sağlamlığındandır, o hissin sağlığı vücudu harabetmektedir. Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da yapar. Ne mutludur ve ne kutludur o can ki mana aşkıyla evini, barkını, mülkünü, malını bağışlamıştır. Altın definesi için evi harabetmiştir; fakat o altın definesini elde ettikten sonra o evi daha mamur bir hale getirmiştir. Suyu kesmiş suyun aktığı yolu temizlemiş, ondan sonra arka içilecek su akıtılmıştır. Deriyi yarmış, termeni çıkarmış... ondan sonra orada yepyeni bir deri bitmiştir. Kaleyi yıkıp kafirden almış, ondan sonra oraya yüzlerce burç ve hendek yapmıştır. Hikmetinden sual edilmeyen Tanrı''nın işini kim anlayabilir, o işin hakikatine kim erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir. Gah böyle gösterir, gah bunun aksini. Din işinin kühnünü anlamaya imkan yoktur. Ona ancak hayran olunur. Fakat din işinde hayrete düşen, arkasını ona çevirmiş ondan haberi olmayan bir hayran değil, sevgiliye dalmış, onun yüzünden sarhoş olmuş, kendisinden geçmiş bir hayrandır. Birisinin yüzü sevgiliye karşıdır, öbürünün yüzü yine kendisine doğru. Her ikisinin yüzüne de bak. Her ikisinin yüzünü de hatırında tut. Hizmet dolayısıyla yüz tanır olman mümkündür. Zira nice insan suratlı şeytan vardır. Binaenaleyh her ele el vermek layık değildir. Kuş tutan avcı, kuşu avlamak için ıslık çalar, ötme taklidi yapar. Aşağılık kişi dervişlerin sözlerini, bir selim kalpli kişiye afsun okumak, onu afsunlamak için çalar. Erlerin huyu açıklık ve sıcaklıktır. Aşağılıkların işi hile ve utanmazlıktır. Dilenmek için yünden aslan yaparlar. (yol aslanlarının şekline bürünür, onlar gibi görünürler), Ebu Museylim'e Ahmet lakabı verirler. Ebu Müseylim'in lakabı yalancı olarak kaldı, Muhammed'e de akıllar sahibi dendi. O hak şarabının mührü, şişenin kapağı; halis misktir. Adi şarabın mührü, şişesinin kapağı ise pis koku ve azaptır.

Anne Babaya Kisa Oneriler

ANNE BABAYA KISA ÖNERİLER

BİR GÜL FİDANI NASIL SUYA, HAVAYA , IŞIĞA VE TOPRAĞA MUHTAÇ İSE; ÇOCUK TA SEVGİNİN ŞEVKATİN , KARŞILIKLI SAYGININ OLDUGU MUTLU BİR AİLE TOPRAĞINA MUHTAÇTIR.


ÇOCUKLARIMIZ


*Çocuklarımızı küçük yaşlarında ihtiraslarımıza kurban etmeyelim.


*Çocuklarımız bizi nasıl mutlu edeceklerini düşünüyor,fakat onları nasıl mutlu edeceğimizi düşünmüyoruz.


*Çocuklarımıza verebileceğimiz en iyi sermaye, bağımsız hareket kabiliyetidir.


*Çocuklara anlayacakları yasa gelmeden masal anlatmak faydasızdır, Üç yasına kadar ninniler ,ondan sonrada masal ve kısa hikayeler gelmelidir. Ayrıca masal kahramanları küçüklerden seçilmelidir, çocuk tipleri kafasında kolayca canlandırabilmelidir


*Oyun çocuğun en ciddi isidir. Oyun aslında zaman öldürme değil, bir öğrenme vasıtasıdır. Çocuk oyunlarını izleyin . ne kadar ciddi olduklarını görün.


*Çocuk ihtiyaç anında annesini yanında görünce kendini güvende hisseder.


*Çocuklar bebeklik anılarını unutsalar bile hayatı boyunca onun etkisinde kalırlar.


*Çocuklarımız evet 'ten önce hayır demeye öğrenirler. onlara evet demeyi biz öğretiriz.


*Çocuklara hayatın bir yardımlaşma olduğunu öğretiniz.


*Çocukları en kızdıran şey; kuru ve hükmedici nasihatlerdir.


*Çocuk tek büyüyorsa alışılmış şeyleri değil ,onu ikinci plana atan büyükleri de kıskanır.


AILENIN VEREMEDIGI VE EKSIK BIRAKTIGI TERBIYEYI NE OKUL NEDE TOPLUM VEREBILIR. SIZ ANNELER...! GUL FIDANLARI YETİSTİREN, HER TURLU HURMETE LAYIK BAHCİVANLARSINIZ...


*Çocukta kıskançlık duygusunun alevlenmesi çoğu zaman anne ve babanın yanlış tutumundan kaynaklanır.


*Çocukları bir iş yapmış olmak ve adam yerine konmak kadar memnun edici bir şey yoktur.


*Çocuğunuzda bazı davranış bozuklukları başlamış ise bunun altında kardeş kıskançlığı aramanız ve ona göre davranmanız yerinde olur.


*Küçük kardeşle isiniz bittiğinde büyük olana ,simdi seninle birlikte olalım diyerek ona vakit ve sevginizi ayırdığınızı gösterin.


*Çocuğunuz parmak emiyor yada tırnak yiyorsa asil problemin kendine güven duygusunu yitirmiş olduğunu anlayın.


*Çocuklar olaylar arasında tuhaf bağlantılar kurarlar. işin ilginç yani bu bağlantılara kendileri de inanırlar.


*Çocuklarınıza kavga ve savaş malzemesi olan oyuncaklar almayınız. asıl o zaman çocuklarınızı kendi elinizle sadist ruhlu yapmış olursunuz.


*Çocukların pahalı oyuncakları olması demek ,onların daha çok eğlendikleri anlamına gelmez. kendi yaptıkları basit ve ucuz oyuncaklarla da çok mutlu olabilirler.


*Çocuklarda, harcamaları gereken aşırı bir enerji vardır. Eğer bu enerjiyi boşaltabilecekleri kadar oyun oynamaya fırsat bulamazlarsa, evde çok haşarı ve kırıcı olurlar.


*Çocuklara asla yapamayacağınız şeyleri vaat etmeyin.


*Çocuklar en çok doktor konusunda söylenen yalanları affetmezler. kendilerini doktora götürürken ; hiç acımayacak. hiç bir şey olmayacak denir, halbuki doktor iğne yapmak zorunda kalabilir . dişçi ise diş çekmek, canı yanan çocuk anneye ve babaya olan güvenini kaybedebilir.


EĞER BUGÜN HALA TOPLUMDA İYİ İNSANLAR VARSA ;BUNUN ŞEREFİ OKULLARA AİT DEĞİL O İNSANLARI YETİŞTİREN AİLELERE AİTTİR.


*Çocuklarınıza sevmeyi paylaşmayı öğretiniz, onlara daima kıskançlığın,nefretin bencilliğin zararlarını anlatınız, Terbiye sanatının başı da , sonu da budur.


*Çocuklar anlayış ve fedakarlığı ailelerinden öğrenirler bunlar bir ailede yoksa sevgi saygıda olmaz.


*Sebebi ne olursa olsun çocuklarınıza asla cinsiyetlerine zıt şekilde giyindirmeyin.onlara cinsiyetlerine uygun bir şekilde davranınız...sözümü mazur görün''zavallı çocuklar ahmak annelerin fantezileri yüzünden cinsel sapmalara uğrarlar''.


*Çocuklarımızın olmak istediği değil de olmasını istediğimiz şekilde yönlendirmeye kalkarsak onları kendimizden uzaklaştırırız.


*Çocuklarımıza baskı ile özür diletmeye çalışmayalım. pısırık ve silik olurlar.Görünüşte kibar söz dinleyen uslu çocuktur. ama gerçekte içine kapanık cesaretini kaybetmiş,kendisini bulamamış geleceğe güvenle bakamayan anne babasının gölgesinde yaşayan bir çocuk olurlar.


*Hiçbir çocuk birbirini sevmeyen anne - babaya güven duymaz.


*Çocuklarınıza ayıracağınız zaman , başka şeylere harcayacağınız zamandan çok daha kıymetlidir.


İYİ EĞİTİLMİŞ VE TOPLUMA KAZANDIRILMIŞ BİR GENÇ HEM AİLESİ, HEMDE TOPLUM İÇİN BİR SERVETTİR.


*Çocuklarımız sandığımızdan daha anlayışlıdırlar.onları yeterince sever ve değer verdiğimizi gösterirsek bizi mahcup etmediklerini göreceğiz.


*Çocuklar önlerinde kötü örnek olduğu zaman büyüklerden daha acımasız ve merhametsiz davranabilirler.


*Çocukların ruhlarını ince ve hassas duygularla doldurmak istiyorsanız.onlara acımayı ve zayıfları korumayı öğretiniz. Tabiat ve hayvan sevgisi aşılayınız.çiçekleri böcekleri kuşları seyrettiriniz.


*Bütün mesele çocuğun dilinden anlamak; onunla arkadaş olmak sevmek ve güven vermektir.


*Çocuklarda müthiş bir öğrenme arzusu vardır.Anne babayı soru yağmuruna tutarlar . iyi-kötü doğru yanlış demeden her şeyi sorarlar


*Çocuklarınızın sorularını en yalın en doğru şekilde cevaplayın sakın cevapsız bırakmayın.


*Cinsel konularda sorduğu soruları hiç geçiştirmeden kısa ve onun anlayabileceği basitlikte cevaplayın..


*Cinsel konularda sorduğu sorulara ayıp, günah,çirkin diyerek bastırmaya çalışmayın bu baskı ondaki merakı daha çok artıracaktır. ama basitçe vereceğiniz cevap onun kafasındaki soruyu çözecektir.


*Çocuğa bu konuda vereceğiniz cevapta asla detaya girmeyiniz geçiştirmeyiniz de.


*Çocuklar sözlerden ziyade davranışlardan etkilenirler. öyleyse sizde davranışlarınızda hep dürüst ve samimi olmalısınız.


*Aşırı ilgisizlik kadar fazla ilgide zararlıdır. her şeyin dozunu yakalamak zorundasınız.


*Unutmayın bazı kayıplar vardır ki asla telafisi mümkün değildir. bu hatalar vardır ki bunların onarımı imkansız. işte Çocuklarımızda böyledir hata ve kayba uğramaması gereken önemli varlıklar.

Hadis Metinleri

  • İmanla İlgili Hadis Metinleri 
Abdullah b. Amr (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman dilinden ve elinden (diğer) Müslümanların selamette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladıklarını terk edendir.” (Buharî, İman, 4.)

Enes İbn Mâlik (r.a.)'ten rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resulünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek." (Müslim, İman, 67.)

Abdullah b. Amr (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resulullah’a biri, “İslam'ın en hayırlısı hangisidir?” diye sorunca o şöyle buyurmuştur: “(İnsanlara) yemek yedirmen ve tanıdığına tanımadığına selam vermendir.” (Buharî, İman, 6.)

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (Müslim, İman, 75.)

Enes (r.a.) 'ten rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz, kendiniz için istediğini kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz.” (Buharı, İman, 7.)


Ebu Saîd el-Hııdrî (r.a.), Resulullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78.)

Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet edilmiştir. O, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim, dedi: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resulüne ise onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Buharî, Bed'ü'1-Vahy, 1; Müslim, İmaret, 155.)

İbn Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İslam dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.” (Buharî, İman 2; Müslim, İmân, 21.)

.Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilmiştir. O, Resulullah(s.av.)'ın şöyle buyurduğunu işittim, dedi: - "Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa kirinden bir şey kalır mı?" Sahabeler: - "O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz." dediler. Resul-i Ekrem: - "Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder." buyurdular. (Müslim, Mesâcid, 283.)

Hz. Osman (r.a.)'dan rivayet edilmiştir. O, Resulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim, dedi: “Kim yatsıyı cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibi olur, kim de sabah namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin tamamını namazla geçirmiş gibi olur.” (Müslim, Mesâcid, 260.)

Câbir (r.a.)'den rivayet edilmiştir. O, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir; “Her (meşru ve) güzel iş sadakadır.” (Buharî, Edep, 33.)

Ebu Hüreyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a,v.)'a bir adam gelerek şöyle dedi: - Ey Allah'ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür? Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: - "Sağlığın yerinde olup malına düşkün olduğun, fakirlikten korkup zenginliğe tamah ettiğin halde verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya bunun olmuştur.” (Buharî, Zekât, 11; Müslim, Zekât, 92.)

İbni Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah'ın kendisine Kur'an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah'ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz onun yolunda harcayan kimse.” (Buharî, Tevhid, 45; Müslim, Müsafırîn, 266.) 45

  • Ahlakla İlgili Hadis Metinleri 
Malik'e ulaşan habere göre Allah Resulü (s.a'.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." (Muvatta, Husnü'1-Hulk, 1.)

Nevvas b. Sem'an el-Ensârî (r.a.)'den naklen, şöyle demiştir: Allah Resulü (s.a.v.)'ne iyilik ve günah hakkında soru sordum. O da şöyle buyurdu: "İyilik, güzel ahlaktır. Günah (kötülük) ise vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmelerini istemediğin şeydir." (Müslim, Birr, 14.) 

Abdullah (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre Allah'ın Elçisi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğruluğu elden bırakmayınız. Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylemeye ve doğruluğu araştırmaya devam ederse Allah katında en doğru kişi olarak yazılır. Yalandan sakınınız. Çünkü yalan kötülüğe götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylemeye ve yalanı araştırmaya devam ederse Allah katında en yalancı olarak yazılır." (Müslim, Birr, 105.) 
Ebu Hureyre (r.a.)'den nakledildiğine göre Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güçlü kimse, güreşte güçlü olan değil, kızgınlık anında kendisine hâkim olandır." (Buharî, Edep, 76; Müslim, Birr, 107.)

Abdullah b. Muğaffel (r.a.)'den naklen Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah nezaketle muamele eder, nezaket ve ağırbaşlılığı sever, şiddet ve kabalık karşılığında vermediğini nezaket ve ağırbaşlılık karşılığında verir." (Ebu Davut, Edep, 10.)

Ebu Hureyre (r.a.)'den naklen Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hasetten (kıskançlıktan) sakınınız. Çünkü ateşin odunu yediği gibi kıskançlık da iyi amelleri yer bitirir." (Ebu Davut, Edep, 44.)

Ebu Zer (r.a.)'den naklen şöyle demiştir. Allah Resulü (s.a.v.) bana şöyle dedi: "Nerede olursan ol, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşa! Kötülüğün peşine hemen onu yok edecek bir iyilik yap! İnsanlara güzel ahlakla muamele et!" (Tirmizî, Birr, 55.) 

  • Sosyal İlişkilerle İlgili Hadis Metinleri

Ebu Zer (r.a.) şöyle dedi: Nebi (s.a.v.) bana (hitaben) buyurdu ki: "Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabii) bir iyiliği bile sakın küçük görme!" (Müslim, Birr, 144.)

Nu'mân Ibni Beşir (r.a.)' den rivayet edildiğine göre, Resululiah ''s.a.v.) şöyle buyurdu: "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar." (Buharî, Edep, 27; Müslim, Birr, 66.)

Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resululiah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir." Hz. Peygamber bunu açıklamak için iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.” (Buharî, Salat 88, Mezâlim, 5; Müslim, Birr, 65.)

Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v,) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz mal ve yaratılış bakımından kendinden daha üstün birine bakarsa ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın." (Buharî, Rikak, 30.)

Abdullah îbni Ömer (r,a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) föyle buyurdu: "Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu yalnız bırakmaz. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah’u Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah’u Teala da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter." (Buharî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.)

Enes (r,a,)'ten rivayet edildiğine göre Nebi (s.a,v.) şöyle buyurdu; "Birbirinize karşı kötü duygular beslemeyiniz. Birbirinizi çekememezlik yapmayınız. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz. Bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir." (Buharî, Edep, 62; Müslim, Birr, 23.)

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adaletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır." (Buharı, Sulh, 11, Cihâd, 72, 128; Müslim, Zekât, 56.)

Seleme (r.a.)'den; Peygamber (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu işittim: 'Benim söylemediklerimi her kim bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın." (Buharî, İlim, 38.)

Allahin Kutlu Elcilerine Saygi

ALLAH’IN KUTLU ELÇİLERİNE SAYGI

Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “(Müminlerin) her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz, işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır."[1]

Kardeşlerim!

Yüce Rabbimizin biz insanlara en büyük lütfu ve inayeti, yol gösterici ve hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerdir. Peygamberlere iman, İslâm inanç sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah’ın kutlu elçilerini saygı ve tazimle yâd etmek, hepsine salât ve selâm getirmek, yüce dinimizin bize en önemli buyruğudur. Her gece yatsı namazından sonra okuduğumuz “Biz peygamberler arasında ayrım yapmayız.” ayet-i kerimesi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in Miraç hediyesi olarak insanlığa getirdiği evrensel bir mesajdır. Biz Müslümanlar, bu mesajla bütün peygamberlere, insanlığın yolunu aydınlatan, onlara huzur ve barış önderliği yapan kutlu elçiler olarak iman ederiz. Peygamberlere saygıyı, kurtuluş yolunun bir gereği kabul ederiz. Peygamberler olmasaydı insanlık hidayet yolunu nasıl bulurdu? Nefsin ve şeytanın aldatmasına karşı insanlığı kim uyarırdı? Huzur ve barış için kim sabır, metanet ve itidal öncüsü olurdu?

Peygamberler, Yüce Rahman’ın rahmet mektebinin birer öğretmenidir. Kalp gözümüzü onlar açtı, doğru yolu onlar gösterdi. Medeniyet adına insanlık, onlara çok şey borçludur. Peygamberler, insanları küfrün kara bataklığından, bir olan Allah’ın tevhit yoluna, bilgi ve inancın aydınlığına çağıran kutlu elçilerdir. Bugün gaflet, dalâlet, cehalet, fitne, kin ve intikam çıkmazında boğulan insanlığın, onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

Değerli kardeşlerim!

Bütün peygamberler aynı ilâhî sözün elçileridir. Aynı kaynaktan fışkıran hayat pınarı, hikmet ışığı ve hidayet rehberidir.

Onlar ilimle ameli, hayatla ahlâkı, hikmetle irfanı, bugünle yarını, dünya ile ahireti buluşturan ve barıştıran insanlık önderleridir.

Onlar güzelle çirkini, faydalı ile zararlıyı, adaletle zulmü, ilimle cehaleti, samimiyetle gösterişi ayırt eden insanlık rehberleridir.

Onlar, Yüce Yaratanla ve çevreyle olan ilişkilerin, ahlâkın ve toplumsal hayatın temel ilkelerini ortaya koyan insanlık öncüleridir.

Âdem insanlığın atası, İdris ilâhî hikmetin babası, Nuh zanaatın / tekniğin simgesi, İbrahim akıl devriminin mimarı, Lut ahlâk savunucusu, Yakup sabrın ve şefkatin sembolü, Yusuf vefanın ve asaletin adı, Musa hukukun, özgürlük savaşının ve ahdin timsali, İsa sevginin, rahmetin ve bağışlamanın adresi. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ise aklın, ilmin, ahlâkın, sabır ve vefanın, güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı en gür sesin, aklın ve imanın önündeki en büyük engel olan batıl inanç, bilgisizlik ve kör inada karşı yüreğini ortaya koymanın adıdır...

Allah’ın Sevgili Kulları!

“Biz peygamberler ana-baba bir kardeşler gibiyiz”[2], diyen Allah Rasulü de bütün âlemlere rahmet olarak gönderildiği hâlde veciz bir benzetmeyle kendisini Âdem ile başlayan peygamberler binasının eksik kalan bir tuğlası olarak nitelendirmiştir. Yüce Rabbimiz de Kerim Kitabımızda şöyle buyurmaktadır:

“Biz Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davûd'a da Zebûr vermiştik.”[3]

Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.), peygamberlik binasının ikmal taşıdır. Onun için Kur’an-ı Kerim kendisini “hatemü’n-nebiyyîn”; “Peygamberlerin sonuncusu” olarak nitelemiştir. Peygamber Efendimiz ve Kur’an-ı Kerim’le İslâm tamamlanmış ve en mükemmel hâlini almıştır. Allah’ın hoşnut ve razı olduğu din İslâm’dır. Sevgili Peygamberimiz, en yüksek ahlâkı tamamlamak üzere nübüvvet mirasının son kemal halkası olarak gönderilmiştir. Bundan sonra insanlık, onun gösterdiği yoldan yürüyerek kurtuluşa erecektir. Millî şairimiz merhum Mehmet Âkif, duygularımıza ne de güzel tercüman oluyor:

Dünya neye sahipse onun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçilerine saygıda kusur etmeyenlere! Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçisini örnek alanlara! Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçisinin yolundan gidenlere!

Allahin Rahmetinden Umit Kesmemek

ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEMEK
Muhterem Müslümanlar!

Okumuş olduğum ayet-i kerimede Yüce Allah Şöyle buyuruyor: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1] Peygamberimiz de bir hadislerinde: Allah, kullarından ancak merhamet edenlere rahmet eder.”[2] buyurmuşlardır.

Değerli Kardeşlerim!

Bütün varlıklar, Allah’ın engin rahmetiyle çepeçevre kuşatılmış, yokluktan varlığa çıkışları Rahman ve Rahim olan Allah’ın rahmetinin tecellisi ile olmuştur. Allahu Teala; “Rahmetim gazabımı geçti”[3] buyurarak merhametinin gazabından önde geldiğini açıkça bizlere bildirmiştir. Yüce Rabbimiz bu rahmetiyle yarattığı bütün canlılara şefkat etmiş ve nimetler vererek ihsanda bulunmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Allah rahmeti yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuz parçasını yanında alıkoydu. Bir parçasını ise yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahlûkat birbirlerine merhametli davranırlar. Hatta kısrak yavrusunu emzirirken basarak zarar verme korkusuyla bu rahmetin eseriyle ayağını kaldırır.”[4]

Değerli Müminler!

Dünyaya, sadece Rabbine kulluk etmek gayesiyle gönderilen insan, irade ve mantık gibi üstün yetenek ve kabiliyetlerle donatılmış en güzel varlıktır. Rabbi tarafından ilahi mesajlarla sırat-ı müstakime davet edilen insan, vereceği kulluk sınavıyla meleklerden daha üstün olabildiği gibi zaman zaman ilahi çizgileri çiğneyerek, yeryüzünde fitne ve fesadın, kan ve gözyaşının sebebi de olabilmektedir. Yani insan bir taraftan günah, kusur, isyan gibi hususiyetlerle küçülürken, diğer taraftan akıl, mantık ve irade gibi özellikleriyle de semalarda taht kurabilmekte, cennet ufuklarında dolaşabilmektedir.

Kıymetli Müminler!

İnsan, fıtratındaki bir takım özellikleri ilahi mesajla terbiye etmediği zaman, birçok günah işleyebilmektedir. İşlenen günahlara tevbe etmeyip ısrar etmek ise ayrı bir günahtır. Günahlara dalan insan bazen ümitsizliğe düşmekte, affedilmeyeceği hissine kapılabilmektedir. Allah’ın rahmetinin ne kadar derin, şefkatinin ne denli nihayetsiz olduğunu bizlere bildirmek isteyen Rasulullah’ın (s.a.v.) bu durumu, annenin yavrusuna karşı merhameti ile örneklendirmesi dikkat çekicidir. Bir gazve sonrası Peygamberimize esirler getirilmişti. İçlerinden bir kadın telaş içinde esirler arasında yavrusunu arıyordu. Sonunda bir çocuk buldu ve onu kucaklayıp bağrına bastıktan sonra emzirmeye başladı. Durumu gören Hz. Peygamber (s.a.v.) yanındakilere; “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına inanır mısınız? diye sordu. Onlar da; “hayır” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz; “Bilin ki Allah’ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır.”[5] buyurdu.

Aziz Kardeşlerim!

Allahu Teâla’nın bütün mahlûkata özellikle insanlara engin bir rahmetle muamele ettiği unutulmamalıdır. İnsanların da merhameti kendilerine ilke edinmeleri gerektiği son derece açık olan bir husustur. Merhamet ve şefkat, insanları asıl rahmet sahibi olan Cenab-ı Hakka yaklaştırmakta ve O’na dost yapmaktadır. Müminler ne günahlarından dolayı Rablerinden ümit keserler ne de; “nasıl olsa Allah affeder deyip günahlara dalarlar.” Unutmayalım ki müminler; korku ile ümit arasında yaşayan, salih ameller işleyen, güzel ahlaklı olan, merhametli ve şefkatli insanlardır.

Allahin Son Dini İslam

ALLAH’IN SON DİNİ İSLAM

Kardeşlerim!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.”[1]

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.”[2]

Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s) aracılığıyla İslam mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O’na ibadet etmek bu mesajın özünü teşkil ediyordu. Bu mesaj, aynı zamanda insanlığı Hakk’a ve hakikate, rahmet yüklü adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlaka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, muhtacı, yetimi koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu.

Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Daha elli yıl geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne kadar yayıldı.

Kardeşlerim!

İslam’ın bu hızlı yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve İslam’ın rahmet yüklü mesajlarının insanların kalplerine yerleşmesini engellemek için her türlü yola başvurdular.

Bugün de bazı çevrelerce Din-i Mübin-i İslâm ve Müslümanlar terör ve şiddetle özdeşleştirilmek istenmektedir. İnsanların kalplerine İslâm korkusu yerleştirmek amacıyla yüce dinimiz İslâm’a ve onun peygamberine karşı organize bir şekilde çok çirkin bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Amaç açıktır; İslâm’ın yayılışına ve gelişmesine engel olmak.

Kardeşlerim!

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen bütün bu çabaların başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız tamdır. Hiç şüphesiz biz biliyor ve iman ediyoruz ki Allah katında geçerli olan yegâne din İslâm’dır. Yine biliyor ve iman ediyoruz ki kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Aziz Kardeşlerim!

İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın amacı, insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmektir. Ancak bugün, İslâm’ı ve onun peygamberini tanıtma ve doğru temsil etme konusunda biz Müslümanların eksikleri olduğunu da unutmamalıyız. Üzülerek belirtmek gerekir ki; bizler, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını, Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlâkî vasıflarını insanlık ailesinin tüm fertlerine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla yeterince sunamadık. Genç nesillerin duygu ve düşünce dünyalarına yeterince hitap edemedik.

Kardeşlerim!

O halde öncelikli vazifemiz, müntesibi olduğumuz yüce dinimizin güzelliğini tüm insanlara anlatmak, çağların dini İslâm'ı çağımıza öğretmektir. Bu ulvi gaye için var gücümüzle çalışmaktır. Hiçbir zaman tefrikaya düşmemektir. Asla fitne bataklığına saplanmamaktır. Fakirlik ve geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmaktır. Cehaleti ilim, hikmet ve marifetin aydınlığıyla yok etmektir. Yeni bir medeniyet yolculuğunda İslâm’ın ilerleyişine engel olmak isteyenlere asla fırsat vermemektir.

Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in bir duasıyla bitirmek istiyorum:

“...Rabbim! Beni hidayete erdir ve hidayeti bana kolaylaştır! Bana kötülük edene karşı yardımını benden esirgeme! Zulmedenlere karşı bana yardım eyle!

Rabbim! Beni sana şükreden, seni zikreden, senin azabından korkan, sana itaat eden, sadece sana boyun eğen, sana yönelip yakaran bir kişi kıl!

Rabbim! Tevbemi kabul eyle, günah ve hatalarımı temizle, duâmı kabul et!”[3]

Arsin Golgesindeki Genclik

ARŞIN GÖLGESİNDEKİ GENÇLİK

Aziz Kardeşlerim!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”[1]

Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanoğluna beş şeyden hesap sorulmadıkça kıyamet günü hiçbir tarafa hareket etmeyecektir; Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini nerde yıprattığından, malını nerden kazanıp nerde harcadığından öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından.”[2]

Rabbimizin davetine icabet edip bu mabedi dolduran Muhterem Kardeşlerim!

Cumanız mübarek olsun. İzninizle bugün özellikle aramızda bulunan genç kardeşlerimize seslenmek istiyorum.

Sevgili Gençler!

Bugün siz ezan-ı Muhammediyi işitip Rabbimizin Cuma namazı davetine icabet ettiğiniz gibi, asırlar önce alemlere rahmet Hatemü’n-nebi Efendimizin İslam davetine, iman çağrısına icabet edenler olmuştu. Hz. Ali, Zeyd b. Harise, Ammar b. Yasir, Sa’d b. Ebi Vakkas, Mus’ab b. Umeyr, Habeşli Bilal gibi Mekke’nin gençleri bu kutlu davete icabet edenlerdendi. İman edip İslam’la şereflendikleri andan itibaren son nefeslerine kadar Allah ve Resulüne itaat, din-i mübine hizmet yolunda büyük bir gayret gösterdi onların her biri. Erkam’ın evinde gizlice yapılan Kur’an derslerinde, Kabe’nin gölgesinde cemaatle ilk kılınan namazda, hicret yolculuğunda, Mescid-i Nebevi’nin inşasında, Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te hep bu gençleri görüyoruz Resulullah’ın yanında.

Kardeşlerim!

Efendimiz (s.a.s), hicretle Medine’yi yurt edinince ilk iş olarak inşa ettiği mescidin bir bölümünü eğitim ve öğretim için tahsis etmiştir. Allah Resulü, İslam akademisi diye nitelenebilecek bu Suffe mektebinde nice ilim sahibi gençler yetiştirmiştir. Gün gelmiş bu gençlerden Hz. Ali’yi Yemen kadılığı, Muaz b. Cebel’i Yemen valiliği, Zeyd b. Sabit’i vahiy katipliği, Üsame’yi ordu komutanlığı gibi stratejik görevlere getirmiştir. O, bu uygulamalarıyla “size güvenim sonsuzdur” mesajını vermiştir.

Genç Kardeşlerim!

Bu kudsi mekanlardan aldığınız ruh ve ilhamla, iman ve cesaretle Yüce Mevla’nın; “Onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.[3] methine mazhar olan, bugünün Ashab-ı Kehf’i, ilim ve irfanıyla Ashab-ı Suffa’sı siz olacaksınız. İslam dünyasında akan gözyaşına mendil, açılan yaralara merhem olacak, ümmet-i Muhammed’in yüzünü siz güldüreceksiniz.

Siz gözünü kıskançlık bürüyen, nefretine yenik düşen ve hiç düşünmeden kardeşini öldüren Kabil değil, “Sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim.”[4] diyen Habil olacak, en büyük cihadın kişinin kendi nefsiyle mücadelesi olduğunu yaşayarak ortaya koyacaksınız.

Siz İsmail olacaksınız. Canını tereddütsüz Allah yoluna kurban edecek kadar gözü pek ve teslimiyetli; “Babacığım emrolunduğun şeyi yap” diyecek kadar anne-babaya itaatkar ve hürmetli; “şüphesiz beni sabredenlerden bulacaksın”[5] duruşuyla azimli ve kararlı bir kul olacaksınız.

Siz Yusuf olacaksınız. Dünyanın bütün gayr-i meşru arzuları önünüzde arz-ı endam etse dönüp bakmayan, “ben Allah’a sığınırım”[6] diyerek edep ve iffetine sahip çıkan olacaksınız.

Siz mabeddeki Meryem olacaksınız. Musibet ve imtihanın en ağırından geçse de iman ve sadakatinden geçmeyen, Allah’a itimadı sarsılmayan onurlu gençler olacaksınız.

Düşmanlıkları dostluk ve kardeşliğe, kin ve nefretleri merhamet ve muhabbete, ayrılık ve tefrikaları birlik ve beraberliğe dönüştüren siz olacaksınız. Siz anne-babasının amel defterini kıyamete dek kapatmayan, arkalarından hayır dualarla yâd ettiren salih evlatlar olacaksınız.

Unutmayın ki siz, alem-i İslam’ın ümidisiniz. Sevinip mutlu olun ki siz, “Rabbine ibadetle yetişen gençler kıyamette Allah’ın arşı altında gölgelenecekler”[7] buyuran Nebinin müjdesisiniz.

Sevgili Gençler!

Lütfen başınızı kaldırıp karşınızda duran mihraba bakar mısınız? Mihrabın bugün yüzü gülüyor siz önünde kıyam duracaksınız diye. Kubbenin göğsünde güller açıyor siz altında secdeye varacaksınız diye. Minber, kürsi sizinle buluştuğu için sevinç içinde. Cami bugün bayram ediyor sizinle. Cuma namazında yüzünü güldürdüğünüz bu mabed kapısını açmış her daim sizi beklemekte.

Değerli Büyükler!

Tıpkı sevgili peygamberimiz gibi biz de gençlerimize muhabbet ve güvenimizi göstermekten çekinmeyelim. Her bir delikanlımızın ve genç kızımızın Allah’a layık kul, Resulullaha layık ümmet, ebeveyne hayırlı evlat, kendini İslam’a ve insanlığa hizmete adamış, iman denizinin büyük dalgalarında kaybolan ve var olan, büyük davalara gönül verip, ulvi sevdalarla sevdalanan gençler olmaları için dua edelim.

İslamin Engellilere Bakisi

İSLAMIN ENGELLİLERE BAKIŞI[1]
Muhterem Müminler!

“Engelli” kavramı; Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal, duyusal ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireydir.

İnsanların çoğu sağlıklı bir şekilde dünyaya gelirken, bazıları da engelli olarak doğmaktadır. Bazı kimseler de sağlıklı bir şekilde doğmakla beraber, hayatının sonraki bir döneminde değişik sebeplerle engelli duruma düşebilmektedir.

İster sağlıklı ister engelli olsun her insan, Allah'ın yeryüzünde yarattığı en kıymetli ve en değerli varlıktır. Yüce Rabbimiz Kur’an’da; “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık”[2] buyurmaktadır. Bu yönü ile insan, saygı ve hürmete layık bir varlıktır.

Kıymetli Mü’minler!

Engellilik hali, insanın temel fonksiyonları açısından eksiklik olsa da, insanî yönden bir kusur değildir. Bu dünya bir imtihan yeridir ve insanın sahip olduğu veya olamadığı her şey bu imtihanın bir parçasıdır. Fizikî güzellik bir imtihan vesilesi olduğu gibi, engelli olma hali de bir imtihan vesilesidir. O halde, zengin ve güzel olan mutlaka üstün olmadığı gibi, fakir veya bazı uzuvlarını kaybetmiş olan bir kimse de değersiz değildir. Zaten Kur'ân'da:"Sizin en değerliniz takvada en ileri olanınızdır."[3] buyrularak üstünlük takvaya yani Yüce Allah’a karşı duyulan sorumluluk duygusuna bağlanmıştır. Allah Resûlü (s.a.s)’de; "Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat, kalblerinize ve amellerinize bakar.”[4] buyurarak, Allah'ın insanlara muamelesinin kalbindeki samimiyetine göre olacağına işaret etmiştir.

Değerli Mü’minler!

Peygamberimiz (s.a.s.), engelli sahabîlere hususi ilgi ve şefkat göstermiş ve onları toplumun faydalı bireyleri haline getirmiştir. Ashabından görme engelli Abdullah İbn Ümm-i Mektum’u, kendileri Medine dışına çıktığı zamanlarda yerine vekil bırakmış olması buna bir örnektir. Yine Bedir savaşına katılmış görme özürlü Medineli bir sahabi olan Itban bin Malik’in davetine icabet edip onun evine gitmiş, kendisine ikram edilen yemekten yemiştir. Bu örnekler Efendimiz’in (s.a.s) engelli olan sahabelerini onurlandırdığı nice güzel örnekten birkaçıdır.

Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması, yapabilecekleri işlerin verilmesi hem insanî ve hemde İslâmî görevimizdir.

Muhterem Müminler!

Toplum olarak bizler de engellilere Peygamberimiz'in(s.a.s) ahlakını örnek alarak sevgi, ilgi ve şefkatle yaklaşmalıyız. Nitekim Peygamber Efendimiz, (s.a.s) engelli kimselere yapılacak her türlü iyilik ve yardımı sadaka olarak değerlendirerek "Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadakadır.”[5] Buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde ise Peygamberimiz (s.a.s) “Merhamet, sevgi ve birbirine destek olmada mü’minler, bir beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta uzvun elemini paylaşırlar.”[6] Buyurarak müminlerin her hal ve şartta birbirlerinin sıkıntılarına ortak olmaları gerektiğini bizlere hatırlatır.

Değerli Müminler Hutbemi bir hadisi şerif ile bitiriyorum:

“Bir kimsenin mü’min kardeşini herhangi bir kusuru veya fizikî engeli sebebiyle küçümsemesi günah olarak ona yeter”[7]

İslamin Sosyal İnsan Yaklasimi

İSLÂM’IN SOSYAL İNSAN YAKLAŞIMI

Muhterem Müslümanlar!

İslâm, kendisini yalnızca insanın manevî kurtuluşuyla sınırlayan bir din değil, aynı zamanda kişinin manevi kurtuluşunu, dünyevî durum ile irtibatlandıran bir dindir. Hz. Peygamber (sav) Medîne’ye hicretten sonra kurduğu ilk yapı cami, diğeri ise çarşıdır. Bunların biri İslâm’ın ahiret boyutuna işaret ederken, diğeri ise, dünya boyutuna işaret etmektedir. Cenab-ı Allah kainatı belli bir denge içinde yaratmıştır. İnsan da bu kainatın bir parçasıdır. Kainat içinde insan, başta kendi nefsiyle, hemcinsleriyle, diğer canlılarla, hatta çevreyle uyumlu ve dengeli yaşaması şarttır. Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır; “İyilik ve Allah'ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.”[1]

Aziz Cemaat!
Din, hem bireyi, hem de toplumları etkileyen sosyo-kültürel bir kurum ve insanın günlük hayatındaki davranışlarına yön veren bir faktördür.[2] İbadetlerde dinin kişiselliği ve vicdaniliği kadar, toplumsallığı da önemlidir. Öte yandan, genel olarak bilindiğinin aksine, ibadetlerin özü, biçimlerinde değil, aynı zamanda bireysel ve toplumsal boyutlarıyla, insanın kendine yabancılaşmasını ve toplumdan kopmasını önleme amacında gizlidir.[3]

Kur’an-ı Kerimde; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.”[4] Buyurularak sorumluluk alanlarımız anlatılırken bir başka ayette de; “Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız.”[5] buyurularak yaptıklarımızın kayda geçtiği bunlardan dolayı hesaba çekileceğimiz haber verilmektedir.

Muhterem Cemaat!

Şüphesiz, dinimizde Allah’a imandan insanlara kötülük yapmamaya kadar uzanan binlerce hayır ve iyilik yolu bulunmaktadır ki, bunların her biri aynı zamanda soysal yardımlaşma ve dayanışma vasıtalarıdır. Bu konuda Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.”[6] Ayrıca Peygamberimiz (sav) “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter. ” [7] buyurmuştur.

Değerli Mü’minler!
İslam, insanın belli başlı bazı davranışlarını, hayatının belirli bazı bölümlerini değil, hayatını bütünüyle konu edinir ve ana karnından dünyaya, dünyadan ölüme kadar sorumluluk bağlamında onu takip eder. Böylece insanın hem davranışlarını, hem de davranışlarına yön veren duygularını eğitir, terbiye eder.

Peygamberimiz (sav); “Bir kimse, bir mü’minin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekinet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar.”[8]

Kabil Olmak Veya Habil Kalmak

KERBELA’DAN BUGÜNE; KABİL OLMAK VEYA HABİL KALMAK*

Aziz Müslümanlar!

Allah katında kıymetli bir ay olan Muharreme girmiş bulunmaktayız. Bu ay İslam tarihi açısından elim bir hadise olan Kerbelâ’yı bizlere hatırlatmaktadır.

Kerbelâ olayı kısaca şöyle vuku bulmuştur: Peygamber Efendimizin (sav) çok sevdiği torunu Hz. Hüseyin’in halifeliği Kûfe halkı tarafından benimsenmiş ve Hz Hüseyin’i (r.a.) ona biat etmek üzere Kûfe’ye çağırmışlardır. Hz. Hüseyin’in halifeliğine karşı çıkan ve bu makamın kendisine ait olduğunu savunan Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid ve onun adamları, Hz Hüseyin (r.a.) ve yanındaki 70 Müslümanı Kerbelâ bölgesinde şehit etmişlerdir. Bu ciğerlerimizi dağlayan olay 680 yılının Muharrem ayının onunda vuku bulmuştur.

Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz her kim olursa olsun haksız yere cana kıymayı haram kılmış, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmekle, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmakla denk tutulmuştur. Hz Hüseyin ve adamları haksız olarak katledilmişlerdir. Ehl-i Beytten olduğu için Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi Müslümanları elbette ki çok üzmüştür. Peygamber Efendimiz’in (sav) torununa bu zulmü yapanlar, insanlığın ortak vicdanında suçludurlar.

Aziz Mü’minler!

Bugün Kerbelâ olayını nasıl değerlendirip, ondan ne tür dersler çıkardığımız, bu çok önemlidir. Bu olayı doğru okuyabilirsek, bugün Müslümanlar arasında vuku bulan pek çok problemi çözme yoluna girmiş olacağız. Kerbelâ’nın Müslümanlara ders veren iki ciheti bulunmaktadır. İlki Hz. Adem’den bu yana devam eden hak-batıl mücadelesidir ki, Allah’ın rızasına uyma ile nefse ve şeytana uyma arasındaki farktır. Biz bunun ilk örneğini Hz. Adem’in oğulları olan Habil’le Kabil arasında görmekteyiz. Habil ve Kabil Allah’a kurban sunmuşlar, ama Allah sadece takva sahibi olan Habil’in kurbanını kabul etmişti. Bunun üzerine Kabil kardeşini kıskanarak, ona hırslanarak onu öldürmek istediğini dile getirmişti. Habil ise kendisini öldürmeye kalksa bile kardeşine Allah’tan korktuğu için el kaldırmayacağını söylemişti.[1] Bu tutumuyla Habil, asla zulümden yani batıldan yana olmayacağını ifade etmişti.

Muhterem Mü’minler!

Kerbelâ gibi Müslümanların bölünmesine sebep olabilecek hadiselere karşı takınacağımız tavır çok önemlidir. Kerbelâ’nın dikkatlerimize sunduğu ikinci cihet budur. Eğer bizler, Müslümanları kışkırtıp birbirine düşürmeye çalışanların, onları parçalamak ve bölmek isteyen güçlerin oyunlarına gelirsek, Kerbala’nın verdiği mesajları anlayamamışız demektir. Çünkü tarih boyunca olduğu gibi şimdilerde de Müslümanları birbirine düşürmek için çeşitli planlar hazırlanmakta; mezhep, meşrep ve ırk farklılıkları öne çıkartılarak, kardeşlik duygumuzun zayıflatılmasına çalışılmaktadır. Oysaki inancımız, mezhep, ırk, cinsiyet, renk ayrımı yapmadan bütün Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bizim en büyük mensubiyetimiz ve en büyük bağımız İslam’dır, İslam kardeşliğidir. Rabbimiz Yüce Kitabımızda şöyle buyurmaktadır: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın! Parçalanıp bölünmeyin! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın!...”[2]

Aziz Mü’minler!

Muharrem ayını; Hz. Hüseyin’in (r.a.) uğrunda canını feda ettiği hak, adalet, rahmet, merhamet, hoşgörü ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı ve Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz. Zaten bu ayda pişirerek birbirimize ikram ettiğimiz aşure aşı, paylaşmanın, dayanışmanın ve farklılıkların bir araya gelmesinin ne güzel bir oluşumun ifadesi olduğunu gösteren bir geleneğimizdir.

Mevlana Ve Yedi Ogudu

MEVLANA VE YEDİ ÖĞÜDÜ[1]
Kıymetli Müminler!

Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i en iyi şekilde anlayan ve yaşayan, Rabbimize en güzel kulluk yapan hiç şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.s)’dir. Yüce Rabbimiz bizlerden ona tabi olmamızı, onu sevmemizi, onun gibi bir hayat yaşamımızı istemektedir.

Asr-ı saadetten, yani Ashab-ı Kiram döneminden günümüze kadar Peygamber Efendimizi en güzel örnek alan, onun gibi bir hayat yaşamaya gayret eden, Allah ve Resulünün emirlerine harfiyen uyan pek çok örnek şahsiyet vardır. İslam’ı benliğine sindirmiş bu örnek şahsiyetlerden ve Hak dostlarından biri de “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle hayatını özetleyen, ölüm gününe“Şeb-i Arûs” (Allah’a kavuşma günü) diyen, Kuran ve sünnete olan bağlılığını “Ben şu canı, bu tende taşıdığım sürece, Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum” sözleriyle dile getiren Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir.

Hz. Mevlana, Peygamber efendimizin ”Müminlerin iman bakımından en kâmil olanı, ahlakı en güzel olanıdır”[2] sözlerine gönülden inanmış, “İman baştanbaşa edeptir, İslam yolu edep ve hürmet yoludur. İnsanın kemale ermesi gönüllerin takva ile buluşması, güzel ahlak ve üstün edep ile mümkündür” buyurmuştur.

Ömrü boyunca Kur’an ve sünnetten beslenen, her konuda Allah ve Resulüne itaat eden, hak aşığı Mevlana, bütün insanlara şöyle seslenmekte ve evrensel mesaj yüklü ifadeleriyle engin hoşgörüsünü şöyle ortaya koymaktadır:

“Gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel, bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”

Değerli Müminler!

İslam’ı bütün benliği ile özümseyip yaşamış olan Hz. Mevlana, insanları gerçek anlamda Allah’a kul olmaya davet etmiş, Peygamberin ve Salih kimselerin yolundan yürümelerini istemiştir. Allah’a kulluk yolunda bulunan kimselerin, birtakım çetin imtihanlara tabi tutulsalar da sonuçta hiçbir kayıplarının olmayacağını bildirmiştir. Böylesine bir kulluk şuuru ile yaşayarak Rabbine kavuşan Hz. Mevlana, sadece Allah’a olan kulluğu ile çoşmuş ve ”Kul oldum, Kul oldum, Kul oldum! Ben sana hizmette iki büklüm oldum, her köle azat edilince sevinir, ilahi, ben ise sadece sana kul olduğum için seviniyorum” demiştir.

O, Allah Resulünün izinden yürümüş, hoşgörünün, sevginin ve barışın timsali olmuştur. Onun hoşgörü konusunda bizlere rehber olan şu sözlerine ve çok kıymetli şu öğütlerine bugün ne kadarda çok muhtacız: “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Aşksız olma ki ölü kalmayasın. Sevgi acıyı tatlı, bakırı altın eder. Her an iyilik tohumu ek, çünkü ekmedikçe biçemezsin”.

“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol! Şefkat ve merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol! Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol! Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol! Hoşgörülü olmada deniz gibi ol! Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”

Bu vesile Hz. Mevlana’yı ve bütün İslam büyüklerimizi rahmetle anıyoruz, ruhları şad olsun. Rabbim, cümlemizi Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kullarının yolundan giden dürüst ve erdemli kullarından eylesin.

Hutbemi, Zümer Suresi 9. Ayet-i kerimenin meali ile bitirmek istiyorum: “Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”