Sabah Namazi

Sabah Namazı

Sabah namazı, 7 vakit namazın içinde en önemlisidir. Namazların en kısasıdır. 2 rekât sünnet, 2
rekât farzdan oluşur. Namazların en kısası ama en değerlisidir. Çünkü zikirle namaz birbirinin
ardından gelir.
Biliyorsunuz ki; sabah namazından evvel yarım saatlik veya yarım saatten fazla bir zaman
devresinin adı seher vaktidir. Sabah namazından 1 saat evvelden başlayıp, sabah namazının
başlangıç noktasına kadar olan yani imsak vaktine kadar geçen devre seher vaktidir. Seher
vakti biz insanlar için günün en değerli zamanıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Orada
gündüz melekleri ile gece melekleri beraberlerdir.” buyurmaktadır. Bu seher vaktinde de güneş
doğduktan sonra artık sabah namazı tamamdır. Gündüz melekleri görevlerini tam olarak alırlar.
Allahû Tealâ’nın en kıymetli ibadeti namaz mıdır? Hayır, namaz değildir ama öyle zannedilir.
Derler ki: “Namaz dînin direğidir.” Namaz dînin direği olabilir ama Allah’ın en kıymetli ibadeti
namaz değildir. Dîni bir çadır kabul edersek, o namaz onun direği olabilir ama zikir, onun
çevresini saran brandadır. Ve direği dikmeniz sizi yağmurlardan, fırtınadan korumaz.
Allahû Tealâ zikrin en büyük ibadet olduğunu zaten açık bir şekilde anlatmaktadır. Zikir,
namazdan da, Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de, daha büyüktür.
-29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte
tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ
tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz),
fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve
Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Unutmayın, Kur’ân-ı Kerim tilâveti de zikirdir, namaz kılmak da zikirdir. Ama bunların arasında
zikrullah; Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye kesintisiz bir şekilde tekrar etmek en
büyüktür. Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde en kesin standart söz konusudur.
Öyleyse zikrin en çok kabul gördüğü saha seher vaktidir. Seher vakti sabah namazının
öncesidir. Ve bu devrede yapılacak olan zikir, Allah’ın en kıymetli zikir zamanında yapılmıştır.
Yardımlar açık olarak gelir. Kalp gözünüz bu devrede açılacaktır. Kalp kulağınız bu devrede
işitmeye başlayacaktır.
Herşey öylesine güzel ki… O kadar güzellikler nasip etmiş ki Allahû Tealâ… Bunları
yaşayamayan insanlara sadece acırız. Herkes yaşayabilir, ni’meti veren Allah’tır. Ama biz kullar
da o ni’mete lâyık olmak mecburiyetindeyiz. Kalp gözü Allah’ın bir ni’metidir. Kalp kulağı
Allah’ın bir ni’metidir. Hikmet sahibi olmak Allah’ın bir ni’metidir. Kalp kulağının açıldığı bir
devre var mıdır? Evet. Ayn’el yakîn devresi kalp gözünün ve kalp kulağının mutlaka açıldığı bir
hüviyet taşır. Öyleyse bunlar Allah’ın ni’metleridir. Bu ni’metlere kavuşabilmek için yapmamız
lâzımgelen tek şey, zikrimizi gün geçtikçe artırmaktır. Ve neticede zikrin en üst seviyesine
ulaşmaktır.
Allahû Tealâ öyle bir dizaynla dizayn etmiş ki herşeyi; herşey en güzel standartlarda. Bir
muhteva düşünüyorum. Bu muhteva bütün ibadetlerden daha önemli olan, en büyük ibadeti
muhtevasına alır. Muhtevanın özü zikirdir. Zikrin en büyük tesiri seher vakti gerçekleşir. Sabah
namazının evvelindeki 1 saat, zikrin en güzelinin yapılacağı alandır. Allahû Tealâ herşeyi öyle
güzel dizayn etmiş ki; O’na sadece hayranlık duyabilirsiniz.
Sabah namazı en güç namazdır. Neden? Çünkü o esnada uykunun gafleti içindesiniz. Uyku,
insanı gâfil kılar. Bu dünyadan sizi ayırır. Uykusu ağır olanlar için sabah namazı bir sıkıntı
oluşturabilir. Tatlı uykularını feda edip namaza kalmak istemezler. Oysaki insanlara en çok
derecat kazandıran namaz sabah namazıdır. Kısacık bir namaz… 2 rekât farz, 2 rekât sünnet.
Ama en çok derecat kazandıran namazdır. Neden? Şartları en güç olduğu için. Şeytan sabah
namazına kalkmamanız ve derecat kaybetmeniz için sizi devamlı uykuda tutmaya çalışır.
Sevgili kardeşlerim, sabah namazı uykunun en ağır, en derin olduğu devreye rastlar. O
devrede uykudan vazgeçebilmek ve arkasından kalkabilmek şeytanın sizi en çok kandırdığı
noktadır. Hele mevsim de kışsa söyleyecek çok şey vardır. Der ki: “Şimdi vakit çok erken. Ne
diye sen tatlı uykunu bozup da namaz kılacaksın? Sular soğuk; buz gibi. Bu soğuk suyla
ellerini, ayaklarını yıkayıp abdest almak mecburiyetindesin. Zaten böyle yaptığın zaman hasta
oluyorsun. Ne işin var kalkacaksın sabahın bu saatinde, abdest alacaksın ve de hasta
olacaksın. Sen şimdi yat. Sabah namazı öyle bir namazdır ki; öğle vaktinin girişine kadar kılınır.
Öyleyse ortalık ısındıktan sonra kalkarsın. Sabah namazını da öğle namazını da kılarsın,
hepsini halledersin.”
Artık medeniyet ilerledi. İnsanlar kolaylıkla sıcak su bulabilirler. Ayaklarını ve yüzlerini de ılık
suyla yıkayabilirler.
Gerçekten sabah namazı öğleye kadar kılınabilir mi? Evet, kardeşlerim kılınabilir. Burası doğru
konu. Ne demek istiyoruz? Sabah namazının vakti bittikten sonra öğlen namazı girmeden evvel
kılınan namaz, sabah namazı vaktinde kılınan namaz kadar kıymetli olabilir mi? Olamaz. Bu
mümkün değildir. Sabah namazı en kıymetli namazdır. Kılınabilir dedik, gerçekten kılınabilir
mi? Evet, kılınabilir. Ama bu bir kaza hükmündedir. Kaza şeklinde kılınmasa da kaza
hükmündedir. Sabah namazının vakti düştükten sonra, güneş doğduktan sonra kılınacak olan
sabah namazı için, sabah namazının kazasına değil, sabah namazının kılınmasına niyet
ederiz. “Niyet ettik, Allah rızası için sabah namazının bugünkü sünnetine deriz.” Ama bundan
evvel söylememiz gereken bir şey daha var; “Vaktinde yetişip kılamadığım sabah namazının
bugünkü sünnetine.” dememiz gerekir.
Demek ki, bir öğle namazı kılamamışsanız, “Vaktinde yetişip kılamadığım öğle namazının
kazasına.” demiyorsunuz. Orada öğle namazının vaktini geçirdiniz, öğle namazının vakti bitti,
ikindinin vakti girdi. Ama baktınız ki; siz öğleni kılmamışsınız, öğleyi kılacaksınız, kaza
edeceksiniz. “Niyet ettik, Allah rızası için vaktinde kılamadığım öğle namazının kazasına.”
dersiniz. Bunu da kaza ediyorsunuz, çünkü namazının bitiği anda ikindi girmiştir. Sabah namazı
için değişik bir olay vardır. Sabah namazının vakti bittiği halde öğle namazı girmemiştir. Kuşluk
namazının vakti girmiştir. Aslında kuşluk namazı farz değildir. Bir sünnet namazdır. Ama kuşluk
sünnetiyle beraber sabah namazını, sabah namazının vakit namazı gibi kılabilirsiniz. “Niyet
ettik sabah namazını eda etmeye.” diyeceksiniz. Tıpkı sabah namazını kılarkenki gibi, “Niyet
ettik sabah namazını kılmaya.” diyebilirsiniz. Ama vaktinde yetişip kılamadığım ifadesini ilâve
etmek mecburiyetindesiniz.
Sevgili kardeşlerim, sabah namazından daima erken kalkın, zikir yapın. Zikrin en kıymetli vakti,
gecenin sabah namazına doğru olan saatleridir. Bunların arasında en kıymetli vakit seher
vaktidir. Sabah namazının, imsakin vaktinin girdiği noktadan 1 saat geriye doğru gidin. O
zaman parçası, o 1 saat seher vaktidir. Ve Allah’la birlikte olma konusunda sizin en güzel
zamanınızdır.
Yavuz Sultan Selim, sırtındaki zehirli pençe hastalığı sebebiyle rahmetli olmak üzeredir.
Mürşidi de başının ucundadır. Ölüm anı geldiği zaman irşad makamı der ki: “Artık Allah ile bile
olmak zamanıdır.” Yani “beraber olmak zamanıdır.” Yavuz Sultan Selim diyor ki: “Ya siz
şimdiye kadar kiminle bileyiz sanırsız?”
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı padişahlarının büyüklerindendir. Halifeliği Araplardan Osmanlı’ya
alan padişahtır. Halifeliğin bütün işaretleri halen Topkapı Sarayı’ndadır. Biliyorsunuz ki, Sina
çölünü orduyla geçebilen tek kumandan Yavuz Sultan Selim’dir. Ordu çölü geçmektedir. Çok
büyük bir sıkıntı içindedirler. Korkunç bir sıcak, asker sıcaktan bunalmış bir durumdadır.
Padişah Yavuz Sultan Selim, ansızın atını durdurur. Atından iner. Atının dizginlerini eline alıp
yürümeye başlar. Ordu perişan… Başvezir yaklaşır: “Padişahım, bu ordu şu anda zaten
sıcaktan perişan vaziyette. Bir de siz atınızdan indiniz, onları yürümeye mecbur ettiniz. Bu
Allah’tan reva mıdır?” der. Bu arada mürşidi kıskıs güler bu işe.
Padişah, başvezirin kulağına eğilir: “Görmüyor musun? Önümüzde Peygamber Efendimiz
(S.A.V), devesinden inmiş yaya yürüyor. O yaya yürürken ben ata binebilir miyim hiç?” der.
Osmanlı, sahâbenin devamıydı. Yavuz Sultan Selim, sancağı almadan önce bir Arap ülkesinin
fethinde, birtakım insanlar görür. Adamların kulaklarında küpeler vardır. Herbirinin kulağında
başka renkte küpeler vardır, elbiseler başka başka renklerdedir. Yavuz Sultan Selim merak
eder: “Bu adamlar kulaklarında küpe var, elbiseleri değişik, değişik. Bunun özelliği nedir?” diye
sorar. “Bu kırmızı elbiseliler Süleyman Paşa’nın kullarıdır. Mor elbiseliler Hasan Paşa’nın, sarı
elbiseliler İsmail Paşa’nın kullarıdır.” diye cevap verirler. Yavuz Sultan Selim der ki: “O
küpelerden bir tane de bana getirin.” Ve kulağına küpeyi taktırır ve der ki: “Ben de kendimi
takdim edeyim: Süleyman Paşa’nın, Hasan Paşa’nın kulu değil, Allah’ın kulu Yavuz Sultan
Selim.”
Padişahların içinde sakalsız olan iki padişah vardır. Birisi sakalı çıkamayacak kadar küçük
yaşta tahta gelen ve öldürülen Genç Osman, ikincisi de Yavuz Sultan Selim’dir. Yavuz Sultan
Selim’i sakalsız ve küpeyle görenler o küpenin mânâsını bilmezler. O küpe Yavuz Sultan
Selim’in Allah’ın kulu olduğunu ispat eden bir vesikadır.
Sevgili kardeşlerim, bütün bunları ne diye söylüyoruz? Konumuz, sabah namazı. Namazların
mahmurluk içinde kılınanı evvelâ sabah namazıdır. Sonra da yatsı namazı gelir. Erken yatmaya
alışkın olan insanlar yatsı namazında bir problemle karşı karşıya olabilirler. Mahmurluk çöker
üzerlerine. Yatsı namazını vaktinde kılmakta zorlanırlar. Geç saatlerde kılınması söz
konusudur. Vaktin değişik standartlarında, o zaman gene uyku mahmurluğu içinde kılınan bir
namazdır. Ama orada uykudan uyanmak söz konusu değildir. Günün yorgunluğu sebebiyle
artık uyuklama noktasına gelen, uykusu şiddetle gelen bir kişi için böyle bir durum vardır.
Sabah namazında ise uykunun en tatlı noktasında uyanıp namaz kılmak vardır. Öyleyse sabah
namazı bu konuda diğerinden çok daha ötede bir değerin sahibidir. Yani çok daha büyük fedakârlık isteyen bir namazdır.
Sabah namazını çok iyi değerlendirin. Kılmadığınız zaman bunun içinizde hicran olması lâzım.
Allah’ın bir emrine itaatsızlık ediyorsunuz. Allahû Tealâ diyor ki: “Namaz üzerinize vakitleri
belirlenmiş bir farz olmuştur.”
-4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ
cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne
kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken),
(devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın.
Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
Öyleyse her namazı vaktinde kılmak asıldır. Başka yerlerde böyle bir mecburiyet yoktur.
Namazın karşılığı bire bir ödenir. 2 rekât sabah namazını kılamayan kişi, 2 rekât sabah
namazını kılar. Öğlen vakti girmeden evvel kılarsa eda eder. 2 rekât olarak eda eder. Sünnetini
de kılar. Sabah namazının sünneti olarak, borcunu ödemiş olur ama bizim kardeşlerimiz için
bu geçerli değildir. Sabah namazı kılınamadıysa Allahû Tealâ’nın verdiği ceza 1’e 10’dur. Bu,
sadece bizim için geçerlidir. Bu dergâhın müntesipleri için sabah namazının kılınamaması
halinde, öğleye kadar geçen devre için de olsa ondan sonra da olsa 1’e 10’dur. Ama öğlen
namazına kadar olan devre içinde olması ahsen olandır. Ahsen olanın böyle olması ve 10 tane
borç farzı kılınması asıldır.
Allahû Tealâ neden namaz kılmamızı ister? Namaz kılmak derecat kazanmanın vesilesidir.
Biliyorsunuz ki biz insanlar, ömrümüz boyunca normal şartların içindeysek hep namaz
kılacağız. Anormal şartların içindeysek gene namaz kılacağız. Ne demek istiyoruz? Normal
standartlardaki bir insan rukû ederek, secde ederek ve kıyama kalkarak namaz kılar. Ama
bacakları tutmayan veya sakatlanan, rahatsız olanlar için oturarak namaz kılmak da Allahû
Tealâ’nın kabulüdür. Allahû Tealâ herkesin neye muktedir olduğunu en iyi bilendir. Diyor ki:
“Hiç kimseye onun iktidarının dışında olan şartları yüklemeyiz. Emirleri vermeyiz.”
-23/MU'MİNÛN-62: Ve lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve ledeynâ kitâbun yantıku bil hakkı
ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve (hiç) kimseyi gücünün (kapasitesinin, yapabileceğinin) dışında (ötesinde) mükellef
(sorumlu) tutmayız. Nezdimizde, hakkı söyleyen bir kitap (hayat filmi) vardır. Ve onlar zulmedilmezler.
Öyleyse bir insan ayağı kalkamıyorsa onun oturarak namaz kılması, seccade üzerinde
oturamıyorsa onun sandalye üzerinde oturarak namaz kılması pekala uygundur. Peki, vasıtada
namaz kılınır mı? Otobüste, trende elbette kılınır. Peki, onu da yapamadı kişi. Çok az zaman
kaldı ve işine yürüyerek gidiyor. Daha yolda. Vakti dolacak. Bu kişi ne yapmalıdır? Bu kişi
yürürken namaz kılacak, sevgili kardeşlerim. Birçok kişi: “Hayır, yürürken namaz kılınmaz.” der.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de yürürken kılınabileceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.
Öyleyse yürürken de namaz kılabilirsiniz. Ama Allahû Tealâ’nın katında en yüksek olan
hangisidir? Erkâna riayet etmek suretiyle namazı vaktinde ikame etmek, gerçekleştirmek.
Namazın vaktini geçirmek derecat kaybına sebep verir. Sabah namazının kazası bizim
aramızda 10 defa ile cezalandırılır. Ama bu cezayı çekenler bilir ki; cezanın karşılığı büyük bir
zevktir. Çünkü Allahû Tealâ’nın o hatayı affedeceğinden emin olarak, kişi namazını büyük bir
zevkle kılar. Affedilmiştir. Affedilmenin o büyük zevkini yaşar. Cezanın ağırlığı, affın kesinliğini
gösteren bir işaret gibi gelir onlara.
Allahû Tealâ’nın temel kaidesine bakınız. Diyor ki: “Allah sizin için güçlük dilemez, Allah sizin
kolaylık diler.”
-2/BAKARA-185: Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin
minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve
men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu
bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ
hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah’a ulaşma vesilesi) ve
beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ân,
Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan
ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta
olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah
sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet
erdirdiği şeye karşılık (sizin de) Allah’ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece
siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.
Allah’ın kolaylığı nedir? Vaktinde kılamazsan o zaman o vaktin ötesindeki sonraki vakitte kıl.
Sonraki vakitte de kılamadın, o zaman akşam evine döndüğün zaman öğleyi de ikindiyi de
akşamı da evinde kıl. Ama yatsının vakti girmiş; tamam. Öğleyi de ikindiyi de akşamı da evde
kılacaksın. Tasavvufun dışında bunlar tabiî olaylardır. Ama tasavvufta Allahû Tealâ öyle
olmamasını ister. Her vaktin, zamanında kılınmasını ister. Diğer vakitleri kılmayanlar için
tasavvufta da bir ceza müessesesi koymamıştır. Diğer vakitleri sadece kendisi kadar
kılınmasını ister; sabah namazı hariç. Bize: “Gerçekten yürürken de namaz kılanabilir mi?”
diye soruyorlar. Evet. Kur’ân-ı Kerim açıkça yürürken de namazın kılınabileceğini ifade
etmektedir.
Namaz konusunda konular bir bir açıklığa kavuşturulmuştur. Namazın temel faktörleri bilinen
hususlardır. Kıyam, rukû ve secde. Yürüyen bir insan bunu nasıl yapacaktır? Yapamayacak.
Ama Allahû Tealâ, “Kabul ederim.” diyor. Kişi rukû ettiğini, secde ettiğini ve kıyama kalktığını
hayalinde canlandıracaktır. Aslında hep kıyamda yürür. Ama hayalinde canlandırır. Veya
ayakta bekler, beklerken namaz kılabilir. Gözleriyle kılabilir, düşünceleriyle kılabilir. Vücut
davranışıyla namaz kılıyor hüviyeti göstermeyebilir ama Allahû Tealâ onun namazını kabul
eder.
Öyleyse yatıyor vaziyette bir hasta düşünelim. Hiç yerinden kımıldayabilecek durumu yok. O
kişi hiç kımıldamadan namaz kılabilir. Allahû Tealâ gene kabul eder. Hiç kımıldamadan
gözlerini açıp kapayarak, dilini de kıpırdatamıyor, içindeki sesle dua ederek namazını kılar.
Başını da kımıldatamaz, gözlerini de kımıldatamaz. Gözlerini kımıldatır diye düşünüyorum.
Kımıldatamadığını düşünün. O zaman da Allah’ın kabulündedir.
Allahû Tealâ hiç kimseden onun iktidarı dışındaki bir teklifi yerine getirmesini istemez. Teklif de
yoktur. O kişi teklifin karşılığını mükellef olmaktır. Teklife muhatap olan kişi mükelleftir. Mükellef onu yerine getirmekle vazifeli demektir. Kimler namaz konusunda teklife muhatap değildir?Normal standartlarda iktidarları herhangibir namazın herhangibir hüviyetine müsait
olamayanlar. Kişi ayağa kalkamıyor mu? Oturarak kılacak. Zamanı mı yok? Yürüyerek kılacak.
Arabada kılacak, otobüste kılacak, trende kılacak, vapurda kılacak, havada uçarken kılacak.
Neredeyse orada kılacak.
Bir Cuma vaktinde uçakta yolcuyuz. Baktım, hiç kimse namaz kılmıyor. Kalktım ayağa,
herkese ilân ettim. “Cuma namazını kılmak isteyen benimle birlikte arkaya gelsin, Cuma
namazını eda edelim.” dedim. Gerçekten 5-6 kişi olduk. Biri müezzin oldu. Biz imam olduk ve
hutbeyle beraber onlara bir Cuma namazı kıldırdık. Ama kısa bir hutbeydi. Olsun, uçakta da bir
Cuma namazını kılmayı Allahû Tealâ bize hamdolsun ki nasip kıldı.
Namazı bir angarya gibi görenler, ne kadar büyük bir yanlışın içinde olduklarını fark edemeyen
zavallılardır. Namaz bir zevktir. Düşünün, Allahû Tealâ kalp gözünüzü açmış, size gök katlarını
gösteriyor. İradenizi de Allah’a teslim etmişsiniz, Zat’ını gösteriyor. Karşınızda o zaman namaz
kılarken duvar, mihrap diye bir şey yoktur. Allah’ın gösterdikleri vardır. Allahû Tealâ İndi İlâhi’de
size muhteşem bir namaz kıldırır. Fizik vücudunuz buradadır ama gösterdiği yer İndi İlâhi’dir.
Orada altın tahtları göreceksiniz. Orada gördüğünüz renkler en güzel renklerdir. Orada da
seccadeler göreceksiniz. Orada huzur namazının kılındığını göreceksiniz.
Namaz bir zikirdir. Namazın ağırlığı gündüzdedir. Öğle namazı ve ikindi namazı gündüzün iş
yapma standartlarının, öğle namazının dışında kalabilir. Bazen de öğle namazı çalışma
saatlerinin içinde yer alır. Bir işveren Allah’ın katında çalıştırdığı işçilerine namaz kılma imkânı
vermekle mükelleftir. Bu imkânlardan faydalananlar da kendilerini işe alan kişiye bunun bedelini
ödemek mecburiyetindedirler. Belli bir antlaşma yapılmıştır; 8 saatlik bir mesai mutlak olarak
ödenecektir. O saatlerin karşılığında da işveren onlara ücret ödeyecektir. Araya namazlar
girmiş, 1 saat eksilmiş. O 1 saati de tamamlamak mecburiyetindesiniz. Adalet, hak mevhumu
bunu gerektirir. Patron bu konuda özel bir müsaade vermişse, “Ben eksik olanı da kabul
ederim.” demişse, o onun bileceği i ştir. Allah katında mutlaka büyük ölçüde derecat
kazanacaktır. Ama kul bilmedir ki; kaybettiği zaman dilimini telâfi etmek mecburiyetindedir.
Namaz kılmak bir zevktir. Allah’ın karşısında olduğunuzu düşünün. Huzur namazındasınız; ön
tarafa doğru bakıyorsunuz. İmamı arkadan göreceksiniz. Arkasındaki 2 kişiyi, onun arkasındaki
1 kişiyi, onun arkasındaki 7 kişiyi, sonra 10’arlık sıraları… Allahû Tealâ bunların hepsini
gösterir.
Huzur namazının bir farklılığı vardır. Huzur namazın benim şu anda konuştuğum gibi bir sesle
kılınmaz. Huzur namazında bu tarzda bir ses duyulmaz. Ama imamın bütün konuşmaları, imam
söylediği anda sonsuza kadar uzanan, arkaya kadar uzanan safların en sonuncu taraflarından
da işitilir. Çünkü o namazın sesi normal ses değildir. İmamın sessiz sesidir. Oradakilerin kalp
kulakları açıktır. Onun içinden sessiz olarak söylediği namazın bütün sözlerini, sıranın
kilometreler kadar uzağındakiler de duyarlar. Böyle olunca ne olur? Farzları da sünnetleri de
imamla aynı anda kılar. Bütün saflar, aynı anda secdeye aynı anda rukûya gelirler. Aynı anda
kıyama kalkarlar. Ne kadar uzak olursa olsun herkesin aynı anda hareket etmeleri muhteşem
bir manzara oluşturur. Tek bir kişi namaz kılıyormuş gibi herkes aynı anda kıyamda, aynı anda
rukûda, aynı anda secdededir.
Biliyor musunuz? Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbesiyle beraber bunu başarmıştır.
Hadîsler söyler. Bir gün cemaat o kadar kalabalık olur ki; normal saf dizaynı kurulamaz. Bu
durumda Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Hepiniz birbirinizin sırtına secde edin.” buyurur.
Sahâbe öyle yapmıştır. Eğer herkes bir öndekinin sırtına secde ediyorsa, öndekinin de secde
vaziyetinde olması gerekmez mi? Yoksa secde edemez. Bir öndeki kıyamdaysa da secde
edemez, rukûdayken de secde edemez. Bütün sahâbe, huzur namazının imamı olan
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hangi hareketi yapmışsa, onunla aynı anda namazı kılarak eda
etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sünnetlerde de farzlarda da aynı anda iştirak
etmişlerdir. Böyle olduğu için herkes birbirinin sırtına secde edebilir. Yoksa kimse kimsenin
sırtına secde edemez.
Sevgili kardeşlerim, bize verilen emir aynı emirdir. Biz de kardeşlerimizle bütün namazları aynı
anda kılarız. Aynı anda secde, aynı anda rukû; farzlarda da sünnetlerde de aynı anda secde
ederiz. Secdesi de rukûsu da kıyamı da aynı anda oluşan bir namaz müessesesi… Bu,
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünneti seniyyesini Allah’ın emrettiği şekilde yerine getirmek
demektir.
Kur’ân’da 7 vakit namaz göreceksiniz. 5’inin farz olduğu kesin işaretlerle anlatılmıştır. Sabah
namazı, öğle namazı, ikindi namazı, akşam namazı ve yatsı namazı. Ama Allahû Tealâ 2 vakit
namazdan daha bahseder. Birisi kuşluk namazı sünnetidir, birisi de teheccüd sünnetidir.
Kuşluk sünneti, sabah namazının bitişinden yarım saat sonra başlar, öğlen namazına yarım
saat kalaya kadar kılınabilir. Teheccüd sünneti ise yatsı namazından sonra başlar. Ama yatsı
namazının saatinden sonra değil, normal saatlerde ise yani saatler 1 saat ileri alınmamışsa,
gece 12’de başlar; sabah namazına kadar devam eder. Gece 12 ile sabah namazı vakti
arasında kılınan namaz teheccüd namazıdır. Yatsı namazı hiçbir devrede 12’ye kadar
ulaşamaz, onun ötesini geçemez. 11’e kadar devam ettiği, daha ötesini aştığı zamanlar da
olabilir ama gecenin 12’sini aşmaz. Teheccüd namazı da gecenin 12’sinde başlar. 12’den evvel
teheccüd namazı kılınmaz.
Namaz kılmak zevktir. Bir gün kalp gözünüz açılacak. Kalp gözü açılanlar, namaz kılmanın ne
kadar büyük bir zevk olduğunu bilirler. Düşünün ki; karşınızda bir duvar var. Ama Allahû Tealâ
size duvarı göstermiyor, duvar yok. Önünüzde âlemleri açmış Allahû Tealâ. Dilediğini kalp
gözünüzle gösteriyor. Baş gözleriniz açık olsa da açık olmasa da netice değişmez. Kalp
gözünüzle görürsünüz. Bu sebebe dayalı olarak kalp gözü açık olanlar, baş gözleri kapalı
kılarlar. Kapalı olarak kılmaları da bazılarını rahatsız eder. İnsanlar aralarında kaideler koyarlar.
“Namaz kılarken gözler kapanmaz.” diye. Bu Allah’ın emrine uygun değildir. Kalp gözü açık
olanlar, bu dünyaya ait olan bir şeyi görmek istemez. O Allah’ın kendisine göstereceği şeyi görebilmek için gözlerini özellikle kapatır ki; manzarayı bozan bir negatif faktör oluşmasın.
Bütün kâinat önünüzde açıktır sevgili kardeşlerim. Bütün kâinat; yerler, gökler… Allah’ın
gösterdiklerini birer birer görürsünüz.
Eğer Allahû Tealâ kalp gözünüzü açmışsa, size bu dünyada görmek mümkün olmayan
güzellikleri gösteriyorsa, o zaman namaz kılmak bir zevktir. Allah size 1. gök katını, açıkta
yapılan secdeyi, 2. gök katını, suvarılma havuzlarını, onların arka tarafında yapılan secdeyi,
onun sağ tarafındaki salonda yapılan 7. kata çıkabilenlerin secdesini, 3. kattaki 2 katlı mescidi
3. katı 4. kata bağlayan mihenk menfezini gösterir. Mihenk menfezi, 3. katı 4. kata bağlayan bir
madenî silindirdir. İki âlemi birbirine bağlar. İçinde sonsuz hızla hareket eden, 4. kata çıkma
yetkisinde olan ruhlar vardır. 4. kattaki Mescid-i Haram’ı, Mescid-i Aksa’nın aslını, 5. kattaki
Mescid-i Haram’ın aslını, 6. kattaki sıbgatullah olma bölümünü, onun herkesin vücuduna göre
şekil alan özel kapısını, 7. katın girişindeki altın kapıyı, iki trabzan arasındaki altın zinciri ve
yukarıya çıkınca bal peteklerini andıran, altıgen, sonsuza kadar uzanan kader hücrelerini,
ümmülkitabı
(10 katlı bir apartman büyüklüğünde, boşlukta duran, Allah’ın bütün resûllerine verdiği kitaplar,
ş
eriat kitabı olsun, olmasın), göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ ümmülkitaptan sonra, size kudret denizini gösterecektir.
Sonra Makamı Mahmud’u, sonra Divanı
Salihîn’i
, sonra zikir hücrelerini, sonra
İndi İlâhi’yi
ve
İndi İlâhi’nin
en yüksek noktası o muhteşem renkteki yapraklarıyla, çiçekleriyle
Sidret-ül Münteha’yı
(en sondaki ağaç) göreceksiniz. İşte böyle…
Son bilmece, Allah’ı görmektir. Bir gün salâh makamının 4. kademesine ulaşacaksınız.
İradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz ve Allah’ın Zat’ını göreceksiniz, O’nun bir insan
olmadığını, görmek için gözlere, işitmek için kulaklara, konuşmak için ağza ihtiyacı olmadığını
göreceksiniz, yaşayacaksınız. Her zerresiyle, görür, işitir, bilir, idrak eder. O, Allah’tır.
Namaz boyunca Allahû Tealâ size kalp gözünüzle neyi isterse onu gösterir. Şu dünyada bu
gözlerinizle görüyormuş gibi, kalp gözünüzle görürsünüz. Biliyorsunuz, Peygamber Efendimiz
(S.A.V) miraca çıktı. 1 gecede 7 tane gök katını aştı. Ruhu fizik vücuduna örtü olmuştur. Ve
sonsuz bir hızla, bu sebeple hareket halindeydi. Allah’ın katına ulaştı. Ve sonuca erdi, Allah’ı
gördü. Ama daha evvel kalp gözüyle defaatle Allah’ı görmüştü. Orada neyle gördü? Orada fizik
vücuduna örtü olan ruhunun baş gözleriyle gördü. Allahû Tealâ diyor ki: “Kalbi gördüklerini, baş
gözlerinin gördüklerini tekzip etmedi, yalanlamadı.” Allahû Tealâ O’na defalarca Zat’ını
göstermişti. Ve yalanlamadı.
-53/NECM-11: Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.
Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.
Sevgili kardeşlerim, herşey öylesine güzel ki… Neresinden başlayayım, neresinde bitireyim
bilemiyorum. Ama bu güzellikleri hepiniz yaşamaya namzetsiniz. Siz Allah’ı sevin, geri kalanını
o dizayn eder. Allah’tan hoşlanmakla başlanan bir müessese, O’nu sevdiğiniz noktaya ulaşır,
O’na aşık olduğunuz noktaya ulaşır. Onu da aşar, O’na hayran olduğunuz noktaya ulaşır.
Ömür boyunca O’na hep hayran olursunuz. O, sizin sahibinizdir, Rabbinizdir. Sizi yaratandır,
herşeyinizdir. İşte ne zaman o söylediğim noktaya gelirseniz, O’nu görürseniz, o zaman
hayatınızın sizin gözünüzde tırnak ucu kadar değeri kalmaz. Dersiniz ki: “Ben Allah’a aidim. O
ne yaptırırsa ben sadece onu yaparım. Ben aldığım vahye uyarım.” Tehlikeymiş, ölümmüş,
hastalıkmış, bunların hiçbirisi size bir tesir icra edemez. Siz Allah’ı bir defa gördükten sonra,
hiçbir olay sizi tesir altına almaz. Onların bir değeri yoktur. Sizin de kendinize ait bir değer
ölçünüz artık yoktur. Allah ile mukayese ettiğiniz zaman, fizik vücudunuzun, size ait olan
şeylerin hiçbir değeri kalmadığını göreceksiniz. Zaten hayatınız Allah’ın yed-i kudretindedir.
Öyleyse “Bu can bu tende kaldıkça, ben Allah’ın kuluyum ne emrederse yaparım. Kimse de
umurumda değildir.” dersiniz.
İşte bu sonsuz mutluluğu Allah size yaşatacaktır sevgili kardeşlerim Herşey öylesine güzel
ki… O güzellikleri bir gün sizler de yaşayacaksınız. Onun için sizlere diyorum ki: Allah’ı sevin,
daha çok sevin, daha çok sevin! O’na aşık olun, O’na hayran olun. O’na ruhunuzu da vechinizi
de iradenizi de teslim edin ki; teslim-i küllî ile teslim olanlardan olun. Bihakkın takvaya, Hakka
tukatihi takvaya ulaşın. O zaman dünyanın yaşanmaya değer bir yer olduğuna kesin bir
hükmün sahibi olacaksınız. Şu dünyadaki en mutlu insanlardan olacaksınız. Hayatınızın şu
kadarcık değeri kalmayacak, herşeyiniz Allah’ a ait olacak.
Allahû Tealâ’dan hepinizi herşeyi Allah’ın olanlardan kılmasını bütün gönlümüzle Allahû
Tealâ’dan niyaz ederiz. Aranızda o mevkilere gelenler olacak sevgili kardeşlerim. Allah’a
sonsuz hamd ve şükrederiz ki, böyle olacak. Allahû Tealâ’nın cennet saadetinin ve dünya
saadetinin en üst boyutlarına ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder