Kim Gorme Engelli?
Hakikatleri göremeyen mi?
Varlıkları göremeyen mi?
Kalp gözü körlüğü, gerçekleri görüp idrak edememek, kıssalardan hisse, olaylardan ve varlıklardan ibret alamamaktır. Kalp gözü kör olan kimse; hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, hidayeti dalâletten ayırt edemez. Küfrü, şirki ve nifakı terk edip imana yönelemez. Görünürdeki gözleri ile varlıkları görüp onlardan ibret alamayan, yüce Yaratıcı'nın varlığına işaret eden delilleri göremeyen, hakkı ve doğru yolu bulamayan kimse, Kur'an'a göre "gerçek kördür".
Yüce Yaratıcı, her insanda iki göz var etmiş;
"görünen gözler" (başımızdaki gözler) ve "görünmeyen
gözler" (kalp gözlerimiz). Bu gözler,
Kur’an dilinde "basar" ve "basîret" diye isimlendirilmiştir.
(İsrâ, 36; Kıyâme, 14) İnsan, "baştaki gözleri"
ile bu âlemdeki sadece cirmi ve cismi olan somut
varlıkları görebilir. Bu gözlerimizle Yaratanımızı,
ruhumuzu, aklımızı, duygularımızı, vicdanımızı,
melekleri, cinleri ve daha nice varlıkları görmemiz
mümkün değildir. Yüce Yaratıcı'nın varlığına
delalet eden âlemdeki binlerce delilin, mevsimler,
gezegenler, bitkiler ve hayvanlar âlemindeki
mükemmel düzenin, insanın eşsiz yaratılışının,
tabiatta olup biten nice olayların, toplum hayatında
gözlenebilen nice olguların görülebilmesi
baştaki gözlerle değil kalp gözleri ile mümkün olmaktadır.
Baştaki ve kalpteki gözlerini kullanabilenlerin
yanında, sadece baştaki gözleri ile yetinen,
kalp gözlerini çok az kullanan veya hiç kullanmayanlar
da vardır. Milletimiz bu tür insanlara,
"basîretsiz" demektedir. Kur'an'da ise bu kimseleri
"kalp gözü kör olanlar" diye isimlendirilmektedir:
“… Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki
kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac, 46)
Baştaki gözlerin kapanması ve dünyada varlıkları
görememesi, kalp gözünün kapanması ve ilâhî
gerçekleri görememesinin yanında cılız ve
önemsiz kalır. Kalp gözleri görür, baştaki gözler
görmezse bunun, insanın manevi varlığına ve
âhiretine hiçbir zararı olmaz, ama baştaki gözler
görür fakat kalp gözleri kör olursa, bunun âhiret
hayatına bir faydası olmaz. Geçici ve kısa süreli
olan dünyada baştaki gözlerini kaybeden kimse,eğer kalp gözünü de kaybetmemişse asıl ve sonsuz
bir hayat olan âhirette görebilecektir. Ama
kalp gözünü kaybetmiş, gerçekleri göremez olmuş
ise artık o âhirette cenneti, nimetleri ve hiçbir
güzelliği göremeyecektir. Bu husus, Kur’an'da
şöyle ifade edilmektedir:“Bu dünyada kalp gözü
kör olan kimse, âhirette daha da kördür, hatta yol bulmadaki şaşkınlığı daha da kötüdür.” (İsrâ, 71)
Arap dilinde, bir şeyi örtmek ve perdelenmek
anlamındaki "a-m-y" kökünden türeyen "a'mâ"
(çoğulu, umy, umyân ve amîn) kelimesi, baştaki
her iki gözün (basar, çoğulu ebsâr, ayn çoğulu
a'yün) görme yetisinin sonradan kaybolması ve
kalp gözünün (basar, basîret çoğulu basâir) algılama
yetisinin kapalı olması demektir. Tek gözü
görmeyen ve gözlerinde görme bozukluğu olan
veya doğuştan gözleri görmeyen kimseye
"a'mâ" denmez (Râğıb, İbn Fâris, Asım Efendi, a'-m-y
maddesi). Kur'an'da doğuştan görme özürlü olan
kimseler "ekmeh" (Mâide, 110), hadislerde ise baştaki
gözleri görmeyen kimseler, "darîr" ve "darîrü'l-
basar" kelimeleri ile ifade edilmiştir. (Ebû Dâvûd,
Salât, 47, I, 374)
Görmeyi ifade eden Kur'an'da üç farklı kelime vardır: a) "Basar" kelimesi; baştaki gözle varlıkları
görmek, kalp gözü ile gerçekleri görmek yani bilmek ve idrâk etmek anlamını ifade eder. b) "Nazar"
kelimesi; baştaki gözler ile görülebilen varlıklara bakmak anlamındadır. Bu kelimede "basîret" anlamı
da vardır. c) "Rü'yet" kelimesi; baştaki gözler ile varlıkları görmek, kalp gözü ile gerçekleri görmek
yani bilmek ve anlamak, akıl ile müşahede etmek anlamına gelir. Her üç kelimenin birinci kullanımları
hakîkat, ikinci kullanımları mecazdır (Asım Efendi). Bu kelimeler, sözlük anlamına paralel
olarak Kur’an'da hakîkat ve mecaz anlamında kullanılmışlardır. Kur’an'da geçen körlüğü, fiziksel körlük,
kalp körlüğü ve âhirette körlük şeklinde üç kategoride ele almak mümkündür.
I. FİZİKSEL KÖRLÜK
Fiziksel körlük, başımızdaki gözlerin görme yeteneğini
bütünüyle kaybetmesidir. Bu anlamda körlük,
Kur’an'da sadece 4 ayette geçmektedir. Bu ayetler;
benzetme, değer verme, sosyal ilişkiler ve ruhsat bildirme
konuları ile ilgilidir: “Bu iki zümrenin (mümin
ile kâfirin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten
kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine
denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Hûd, 24);
"Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti
ve öteye döndü..."(Abese, 1-8); “Köre güçlük yoktur,
topala güçlük yoktur...” (Nur, 61; Fetih, 17)
II. KALP GÖZÜ KÖRLÜĞÜ
Başımızdaki gözlerin görme yeteneğini kaybetmesine
"körlük" denildiği gibi kalp gözünün gerçekleri
idrâk edememesine de "körlük" denir. "Kör değil
her şeyi görüyor" deyiminde geçen körlük bu anlamdadır.
Kur’an'da isim ve fiil formunda körlük ile ilgili
29 ayetten 25'i kalp körlüğü / mecâzî anlamında
körlüğü ile ilgilidir. Yüce Allah, asıl körlüğün kalp gözü
körlüğü olduğunu bildirmektedir. (Hac, 46)
Kalp gözü körlüğü, gerçekleri görüp idrak edememek,
kıssalardan hisse, olaylardan ve varlıklardan
ibret alamamaktır. Kalp gözü kör olan kimse; hakkı
batıldan, doğruyu yanlıştan, hidayeti dalaletten ayırt
edemez. Küfrü, şirki ve nifakı terk edip imana yönelemez. Görünürdeki gözleri ile varlıkları görüp
onlardan ibret alamayan, yüce Yaratıcı'nın varlığına
işaret eden delilleri göremeyen, hakkı ve
doğru yolu bulamayan kimse, Kur’an'a göre
"gerçek kördür".
Bu genel açıklamadan sonra şimdi yazımıza
konu edindiğimiz İsrâ sûresinin 72. ayetini ele
alabiliriz. Bu ayet, birçok Kur’an mealinde dünyada
kör olan âhirette de kördür şeklinde çevrilmiştir.
Şu örnekleri verebiliriz:
Yaşar Nuri Öztürk, "Bu dünyada kör olan âhirette
de kördür, yolca daha da sapıktır" (Yeniboyut
Yayınları, İstanbul, 2001); Halil Altuntaş-Muzaffer
Şahin, "Kim bu dünyada körlük ettiyse âhirette
de kördür, yolu daha da şaşırmıştır" (DİB Yayınları,
Ankara, 2002); Suat Yıldırım, "Kim bu dünyada
gerçekleri görmede kör ise âhirette de kördür
hatta yol bulmadaki şaşkınlığı daha beterdir" (İstanbul,
1998)
İlk mealde "a'mâ" kelimesi, hakîkat anlamı ile
verilmiştir, bu tür bir çeviriden ayetteki körlüğün,
mecazî anlamda olduğu anlaşılabileceği gibi,
gerçek anlamda da anlaşılabilir. Nitekim bu
ayet indiğinde görme özürlü olan Abdullah ibn
Ümmü Mektûm, ayette geçen "a'mâ" kelimesini
baştaki gözlerin görmemesi şeklinde anlamış ve
Peygamberimize "Ey Allah'ın Elçisi! Ben dünyada
görme özürlüyüm, âhirette de mi görme özürlü
olacağım" diye sormuş, bunun üzerine "...Gerçekte
gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur” (Hac, 46) anlamındaki ayet inmiştir.
(Nesefî, IV, 313). Dolayısıyla ayetteki "a'mâ"
kelimesini "kör" olarak çevirmek isabetli değildir,
çünkü ayetteki bu kelime, baştaki gözlerin körlüğü
anlamında değildir. Örnek verdiğimiz ikinci
meâlde; "â'mâ" kelimesinin baştaki gözlerin görmemesi
anlamında değil kalp körlüğü, gerçekleri
görememe anlamında olduğu kısmen anlaşılmaktadır.
Üçüncü meâlde, birinci "a'mâ" kelimesinin
mecâzî anlamda olduğu açıkça ifade
edilmiş, ancak ikinci "a'mâ" kelimesine hakîkat
anlamı verilmiştir. Halbuki Kur’an bütünlüğü
içinde değerlendirdiğimizde ayette geçen
"a'ma" kelimelerinin baştaki gözlerin körlüğü anlamında
olmadığını anlıyoruz. Ayrıca ayetteki
“bu” (hâzihî) zamiri ile neye işaret edildiği de
açık değildir. Bu sebeple müfessirler, ayeti farklı
yorumlamışlardır. Bu yorumları şöyle özetleyebiliriz:
1. Bu zamir ile "Andolsun biz insan oğlunu
şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık.
Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık
ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan
üstün kıldık" anlamındaki 70. ayette geçen nimetlere
işaret edilmektedir. Dünyada bu nimetleri
vereni bilemeyen, tanıyamayan, O'na şükredilmesi
gerektiğini anlayamayan ve bu konuda
körlük eden kimse, âhiret nimetleri konusunda
daha kör ve daha şaşkındır. Çünkü dünya nimetlerini
gözleri ile gördüğü ve yararlandığı hâlde
bu nimetlerin şükrüne karşı körlük eden kimse,
henüz görmediği ve yararlanmadığı âhiret ve
nimetlerine karşı daha da kör ve şaşkındır.
Abdullah ibn Abbâs'a (ö.66/687) bu ayetin
anlamı sorulmuş, cevap olarak İsrâ sûresinin,
"Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin
için denizde gemiler yürütendir, şüphesiz O, size
karşı çok lütufkârdır" anlamındaki 66. ayetinden
yukarıda mealini verdiğimiz 70. ayetine kadar
okumuş ve “gördüğü halde bu nimetler
hakkında şükretmeyip körlük eden kimse, görmediği
âhiret nimetleri konusunda daha da kör
ve şaşkındır" demiştir.
2. Bu zamir ile "dünya" kastedilmiştir. Bu
dünyada Allah'ın gücünü ve buna dair evrendeki
delilleri göremeyen kimse âhiret hakkında da
kör ve daha şaşkındır. Yer, gökler, gezegenler,
dağlar, bitkiler, sebze ve meyveler, hayvanlar,
hava, su, toprak… kısaca bütün varlıkların insanların
hizmetine verildiğini görüp, anlayamayan
kimse, hiç görmediği âhiret hakkında hepten
kör ve şaşkın olur.İbn Zeyd'e bu ayetin anlamı sorulmuş, cevap
olarak, "şüphesiz göklerde ve yerde insanlar
içen (Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren) nice
deliller vardır" (Câsiye, 3) anlamındaki ayeti, Rum
suresinin "O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir
" diye başlayıp Allah'ın varlığının delillerinin
sayıldığı 20-25. ayetleri ve "Göklerde ve
yerde kim varsa yalnızca O'na aittir. Hepsi O'na
boyun eğmektedirler" (Rum, 26) anlamındaki
ayeti okumuş, “bildiği ve müşahede ettiği ayetler,
Allah'ın kudreti ve nimetleri konusunda körlük
eden kimse, görmediği âhiret konusunda
daha kör ve şaşkındır" demiştir.
3. İmkân, fırsat ve mühlet verilen ve iman
edip tövbe ettiği zaman kabul edileceği va'd
edilen bu dünyada, iman edip tövbe etmeyerek
körlük eden kimse artık tövbenin geçerli olmadığı
âhirette de kör ve şaşkın olur.
4. Bu dünyada kâfir ve sapık olan kimse âhirette
de kör ve daha şaşkın olur. (Yorumlar için bk.
Taberî, IX, 128-129; Kurtubî, X, 298-299; Beydâvî, IV, 56)
Müfessir Taberî'nin de ifade ettiği gibi bu yorumların
en isabetli olanı birinci ve ikinci maddede
zikredilen görüşlerdir. Bu yorumlardan da
anlaşılacağı üzere ayette sözü edilen dünyadaki
körlük; Allah'ın varlığının delillerini görmeme,
nimetlerin şükrünü eda etmeme, küfrü ve dalâleti
terk edip hidayete ermemedir. Âhiretteki
körlük ise; cenneti ve nimetlerini görmeme ve
kurtuluş yolunu bulamamalarıdır. Bu yorumlar
ışığında ayeti şöyle çevirebiliriz: “Bu dünyada
(Allah'ın nimetlerini, varlığının delillerini ve kudretini)
göremeyen kimse âhiret (ve nimetleri)
hakkında daha basiretsiz, hatta daha da şaşkındır.”
(İsrâ, 72).
Kur’an'da "a'mâ" kelimesi ve türevleri, çoğunlukla
bu anlamda kullanılmış ve bu kelimelerle;
ilâhi gerçekleri göremeyen, anlamayan ve
kabul etmeyen kâfir, müşrik ve münafıklar kastedilmiştir.
“…De ki: 'gerçekleri görmeyen (a'mâ) ile görebilen
(basîr) kimse eşit olur mu? Siz hiç düşünmez
misiniz?” (En'âm, 50)
Bu ayet ve benzerlerinde (Ra'd, 16; Fâtır, 19) geçen
"a'mâ" ve "basîr", kelimeleri ile kastedilenler,
mümin ile kâfirdir. (Beydâvî, II, 410) Çünkü mümin,
kâinattaki Allah'ın varlığına ve nimetlerine
işaret eden delilleri görebilmekte ve Allah'ın Peygamberine
indirdiği ayetlerin hak olduğunu anlayabilmektedir.
Kâfir ise kevnî ve kitâbî delilleri
görememekte ve anlayamamaktadır.Mümin sûresinin 58. ayetinde "a'mâ" ile "basîr"
kelimeleri, iman edip sâlih amel işleyenler ile
inkâr edip isyan eden ve kötü iş yapanların karşıtı
olarak geçmektedir: “Gerçekleri göremeyen
(a'mâ) ile görebilen (basîr) kimse eşit değildir.
Îman edip sâlih ameller işleyenler ile kötü iş yapan
kimse de eşit değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz.”
(Mümin, 58)
Ayette geçen "a'mâ" ve "basîr" kelimeleri,
baştaki gözlerin görüp görmemesi ile ilgili değildir.
Müfessirlerden Kurtubî (XV, 325) ve Fîrûzâbâdî
(V, 362), bu ayetlerde geçen "a'mâ" ve "basîr"
kelimelerine "mümin" ve " kâfir"; Beydâvî (V,
362), "gerçekleri göremeyen / gafil" ve "gerçekleri
görebilen"; Nesefî (V, 362) , "câhil" ve "âlim"
anlamını vermişlerdir. Taberî ise; bu kelimeleri
baştaki gözlerin görmesi ve görmemesi anlamında
almış ayetin benzetme bağlamında kullanıldığını;
Allah'ın varlığına, birliğine ve kudretine
işaret eden delilleri düşünüp anlayamayan ve
iman etmeyen kâfirlerin, gözleri görmeyen
(a'mâ) kimseye; düşünüp anlayabilen ve iman
eden müminlerin ise, gözleri görebilen (basîr)
kimseye benzetildiğini söylemiştir. (XII, 24/77)
Sadece baştaki gözlerimiz ile görmeme anlamına
gelmeyen "a'ma" kelimesini, Kur’an meallerinde
mutlak olarak "kör" şeklinde çevirmek
yanlış anlamaya sebep olabilir. "Kör" kelimesi yerine
asıl anlamı yansıtması için "gerçekleri göremeyen"
ifadesinin kullanılması daha isabetli
olur.
Kur’an'da "'amiye", "'amen" ve "a'mâ" şeklinde
fiil, mastar ve isim formunda kullanılan bu
kelimenin, kevnî ve kitâbî ayetleri görmemek ve
anlamamak manalarına geldiği (En'âm,104; Ra'd,
28,bk. Hûd, 28¸ Fussılet, 44) ayetlerin den açıkça anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde mecâzi anlamdaki sağırlığı ve
dilsizliği ifade eden "esam" ve "ebkem" kelimelerini
de "sağır" ve "dilsiz" olarak değil "gerçekleri
duyamayan" ve "gerçekleri konuşamayan" şeklinde
Türkçe’ye çevirmek gerekir. Çünkü
Kur’an'da bu kelimeler, yukarıda zikrettiğimiz
dört ayetin dışında hep bu anlamda kullanılmıştır.
Bu kelimeler; baştaki gözleri görmeyen, kulakları
duymayan ve dilleri konuşamayan değil
gerçekleri göremeyen, duyamayan ve konuşamayan
kimseleri ifade eder. (Hâzin, I, 241; II, 322)
Bu husus, A'râf sûresinin 179. ayetinde açıkça
bildirilmektedir: "Andolsun biz; cinler ve insanlardan
birçoğunu cehennem için yarattık. (Çünkü)
onların kalpleri vardır bununla gerçekleri anlamazlar, gözleri vardır, bunlarla gerçekleri görmezler,
kulakları vardır bunlarla gerçekleri duymazlar.
İşte bunlar, hayvanlar gibi hatta daha da
şaşkındırlar. İşte ancak bunlar gafil olanlardır"
Kalplerini gerçekleri anlamada, gözlerini gerçekleri
görmede ve kulaklarını gerçekleri duymada
kullanmadıkları için kâfir, müşrik ve münafıklar,
gerçekleri duymayan (summ), gerçekleri konuşmayan
(bükm) ve gerçekleri görmeyen
(umy) kimseler olarak nitelendirilmişlerdir: “Onlar
(münafıklar); gerçekleri duymayan (summ),
konuşmayan (bükm) ve görmeyen (umy) kimselerdir.
Artık onlar, (hakka) dönmezler.” (Bakara,
18; bk. Muhammed, 23; Bakara, 171; Fussılet, 17)
“Âyetlerimizi yalanlayanlar; karanlıklar içinde
kalmış, gerçekleri duymayan (summ) ve konuşmayan
(bükm) kimselerdir. Allah kimi dilerse
onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol
üzere kılar.” (En'âm, 39; bk Furkân, 73)
Bu sebeple ilâhî vahye, ayetlere ve peygamberlere
karşı çıkan, onları yalanlayan kimseler;
"gerçekleri görmeyen" anlamında "a'ma" ve çoğul
şekli olan "amîn" ve "umy" kelimesi ile ifade
edilmiştir. Mesela Nuh kavmi, Nuh peygamberi
ve ona indirilen ayetleri inkâr etmişler, bu yüzden
"gerçekleri görmeyenler" (amîn) olarak yerilmişlerdir.
(A'râf, 64; Hûd, 28¸ Neml, 66) Buna mukabil,
Furkân sûresinin 63. ayetinden 76. ayetine
kadar yüce Allah, “Rahmân’ın kulları” olarak nitelediği
müminlerin özelliklerini bildirmiş, bu
özelliklerden biri olarak müminlerin, kendilerine
Allah’ın ayetleri okunduğu zaman ilgisiz olmamaları,
gerçekleri görmezlik ve duymazlık etmemeleri
zikredilmiştir.
Kalp gözlerini gerçeklere açmayan ve kulaklarını
hakkı dinlemeye karşı kapayan kimseler, peygamberler
mucize gösterseler de sapıklığı terk
edip hidayete, küfrü terk edip imana gelmezler:
“(Ey Peygamberim!) Sen gerçekleri görmeyen
kâfirleri (umy), sapıklıklarından vazgeçirip doğru
yola getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanıp da
müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin." (Neml,
81; Rum, 53; bk. Zuhruf, 40¸ Yunus, 42-43; Enbiyâ, 45;
Neml, 80; Rum, 52)
“şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah
katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan,
gerçeği duymayan (summ) ve konuşamayan
(bükm) kimselerdir” (Enfâl, 22)
Yukarıda meallerini verdiğimiz ve referansta
bulunduğumuz 18 ayette geçen “a’mâ, umy,
umyân”, “summ” ve “bükm” kelimeleri, fiziksel
anlamda göremezlik değildir. Türkçe’de “kör” ve “körlük” kelimeleri her ne kadar mecazî anlamda
kullanılıyorsa da ilk akla gelen hakîkat anlamıdır.
Kalp körlüğü; gerçekleri konuşmama ve hakka
kulak vermeme anlamındaki bu kelimeleri;
Kur’an meallerinde “kör”, “sağır” ve “dilsiz” olarak
vermek, yanlış anlaşılmaya sebep olabilmekte
ve fiziksel körlük çağrışımı yapabilmektedir.
Bu itibarla, bu kelimeleri zikrettiğimiz 4 ayetin
dışında “gerçekleri görmeyen”, “gerçekleri konuşmayan”
ve “gerçekleri duymayan” şeklinde
çevirmek daha uygun olacaktır.
III. AHİRETTE KÖRLÜK
Kur’an’da âhirette körlük, sağırlık ve dilsizlikten
söz eden ayetler vardır:
“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan)
yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır.
Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”
O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören
bir kimse olduğum halde, niçin beni kör olarak
haşrettin? Allah, “Evet, öyle. Âyetlerimiz sana
geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün
de sen unutuluyorsun” der. Haddi aşan ve Rabbi’nin
ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız.
şüphesiz âhiret azabı daha şiddetli ve
daha kalıcıdır.” (Tâhâ, 124-127; bk. İsrâ, 97; Kasas, 66)
Bu ayette ve referanslarını verdiğimiz ayetlerde
geçen kör, sağır ve dilsiz ile maksat; kâfir,
müşrik ve münafıklardır. Bunlar âhirette hakikî
anlamda göremeyecek, konuşamayacak ve duyamayacaklar
mı yoksa bu ayetlerde geçen körlük,
sağırlık ve dilsizlik mecazî anlamda mıdır?
Ayetlerin zahiri, kâfirlerin âhirette gerçekten kör,
sağır ve dilsiz olacakları anlamına geliyor gibi görünüyorsa
da başka ayetlerde kâfirlerin konuşacakları,
görecekleri ve duyacakları bildirilmektedir:
“Suçlular, (o gün) ateşi görünce onun içine
düşeceklerini iyice anlayacaklar ve ondan kurtuluş
yolu da bulamayacaklardır.” (Kehf, 53; bk. A'râf,
47; Fürkân, 212-14; Meâric; 11, 44, Nâziât, 9)
“(Kâfirler); Oraya (cehenneme) atıldıklarında,
onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.
Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır!
Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri
onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye
sorarlar. Onlar da şöyle derler: “Evet, bize bir
uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ‘Allah
hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir
sapıklık içindesiniz’ demiştik.” Yine şöyle derler:
“Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık,
şu alevli ateştekilerden olmazdık.” İşte böylece
günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” (Mülk, 7-
11)
Ayetlerden âhirette kâfirlerin konuşacakları,
duyacakları ve görecekleri açıkça anlaşılmaktadır.
İşte bu iki farklı ayet grubu sebebiyle müfessirler,
yukarıdaki ayetlerde geçen körlük, sağırlık ve dilsizliğin
gerçek mi yoksa mecazî anlamda mı olduğu
konusunda ihtilaf etmişlerdir (bk. Beydâvî, IV,
228; Hâzin, IV, 228) mecazî anlamda olduğunu söyleyenlere
göre ayetlerde geçen körlük, sağırlık ve
dilsizlikten maksat; kâfirlerin; kendilerini sevindirecek
hiçbir şeyi görememeleri ve duyamamaları
ve delil ile konuşamamalarıdır.Ahretteki körlük,
sağırlık ve dilsizliğin hakîki anlamda olduğunu
söyleyenlere göre:
“Allah, (Kâfirlere) “ayetlerim size okunuyordu
da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?” der.
Onlar da şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza
yenik düştük ve sapık bir toplum olduk.”
“Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar
günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş
oluruz.” Allah, ”Aşağılık içinde kalın orada,
artık benimle konuşmayın!” der” (Mü'minûn, 105-
108) anlamındaki ayette geçen “susun” emrinden
sonra kâfirler; kör, sağır ve dilsiz olacaklar
veya kör, sağır ve dilsiz olarak diriltilecekler sonra
görme, konuşma ve duyma yetileri geri verilecektir.
(Hâzin, IV, 73)
Âhirette görme, işitme ve konuşma aynen
dünyadaki gibi mi olacak yoksa farklı mı olacak?
Kur’an’a baktığımızda meselâ konuşmanın farklı
olacağını öğreniyoruz: “O gün biz onların ağızlarını
mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da
kazandıklarına şahitlik eder.” (Yasin, 65). “Nihayet
cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve
derileri, yapmış oldukları işler hakkında kendileri
aleyhine şahitlik ederler. Onlar derilerine, “Niçin
aleyhimize şâhitlik ettiniz?” derler. Derileri, “Bizi
her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi
O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuzş
cevabını verirler” (Fussilet, 20-21)
Ayetlerde ellerin ve derilerin konuşacağı,
ayakların, kulakların, gözlerin ve derilerin şahitlik
edeceği bildirilmektedir. Dolayısıyla âhiretteki
körlük, sağırlık ve dilsizliğin mecazî anlamda kullanıldığı
görüşü daha isabetli görünmektedir.
Âhirette, müminler Allah'ı görebilecekler;
(En'âm,103) kâfirler gözleri perdelendiği için göremeyeceklerdi.
(Mutaffifîn, 159)
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Her dilde olduğu gibi Kur’an'da da çok anlamlı
kelimeler vardır. Bunlar; yerine göre hakîkat ve mecaz anlamında kullanılan kelimelerdir. Çok
anlamlı kelimeler, nerede hangi anlama geliyorsa
o anlamın verilmesi ne kadar önemli ise kelimenin
hakîkat veya mecaz anlamında kullanılıp
kullanılmadığının belirlenmesi de o kadar önemlidir.
Kur’an'ın hakîkat ve mecaz anlamına kullanılan
kelimelerinden biri de "a'mâ" kelimesidir.
Bu kelime baştaki görme organlarının görme yetisini
kaybedip varlıkları görmemesi anlamına
geldiği gibi kalp körlüğü, gerçekleri görmeme
anlamına da gelir. Kur’an'da geçen "a'mâ" kelimesi
ve türevleri çoğunlukla gerçekleri görmeme
anlamında kullanılmıştır. Bu anlamdaki ayetlerde
geçen "a'mâ" kelimelerine "kör" olarak anlam verildiğinde
Kur’an'da kastedilen mana yansıtılamamaktadır.
Meselâ İsrâ sûresinin 72. ayeti,
Kur’an meâllerinde çoğunlukla, "Kim bu (dünyada)
kör olursa, artık o âhirette de kördür…" şeklinde
çevrilmektedir ki bu çeviri ile birçok insan,
özellikle görme engelli olan bir kısım insanlarımız
burada geçen "körlüğü" baştaki gözlerin görmemesi
şeklinde anlamaktadır, sahabeden de böyle
anlayanlar olmuş ve bunun üzerine, "Gerçekte
gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri)
kör olur” (Hac, 46) anlamındaki ayet inmiştir. Dolayısıyla
"a'mâ" kelimesi ve türevleri, hangi anlama
geliyorsa ona göre çevirmek, mesela baştaki
gözün, kulağın ve dilin körlüğü, sağırlığı ve dilsizliğinin
kastedilmediği, ayetlerdeki "a'mâ",
"summ" ve "bükm" kelimelerini; "gerçekleri görmeyen",
"gerçekleri duymayan" ve "gerçekleri
konuşmayan" şeklinde çevirmek ,Kur’an'daki anlamı
yansıtması açısından daha isabetlidir.
Âhiret hayatı ile ilgili ayetlerde geçen "a'mâ",
"summ" ve "bükm" kelimelerinin gerçek anlamda
görmeme, duymama ve konuşmama mı yoksa
mecazî anlamda mıdır? Kur’an yorumcuları bu
konuda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Çünkü
âhirette kâfirlerin göremeyecekleri, konuşamayacakları
ve duyamayacaklarına dair ayetler olduğu
gibi görebilecekleri, konuşabilecekleri ve duyabileceklerine
dair de ayetler vardır.
Kur’an'a göre gerçek körlük, baştaki gözlerin
varlıkları görememesi değil, kalp gözlerinin kör
olması ve ilâhî gerçekleri görmemesidir. Baştaki
gözleri gördüğü halde gerçekleri görmeyen nice
körler vardır. Kur’an, kâfir, müşrik ve münafıkları
bu anlamda gerçekleri görmeyen (umy), duymayan
(summ) ve konuşmayan (bükm) olarak nitelemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder